Soğuktu, üzerimdeki kalın kabana rağmen üşüyordum. Sonsuzluğa kadar uzanan uçurumun kenarında derin nefesler alarak yürüyor ve zihnimi arındırmaya çalışıyordum. Bir yanımda kızıl toprak vardı diğer tarafımdaysa uçuruma çarpıp geri dönen sert dalgalar
Hırçın deniz bugün uçurumu yıkmaya öncekilerden daha kararlıydı. Yıllardır uğraşıyordu burayı yerle bir etmek için ama başaramıyordu. Vazgeçtiğini görmedim hiç, her defasında daha şiddetli çarpıyordu koçbaşı misali, sura benzeyen kızıl uçuruma. Güzel bir yaşam ile aramızda dikilen kalın duvarı geçmeye çalışan bizi andırıyordu.
İçimden bir ses durmamı istedi. Tam ortasında durdum uçurumun, dünyanın, belki de hayatımın. 17 yaşındaydım daha, ne diyordu şair, Yaş 35! Yolun yarısı eder. Çeyreğindeydim ömrümün ama 46sında ölmemiş miydi Cahit Sıtkı? Dalgalı denize baktım. Gökyüzünde uçan bulutlardan fırsat bulduğunda ortaya çıkan ayın yansımasını gördüm tuzlu suda. Sert dalgaların arasında kendine yer edinen ışık zümresi bir şeyler anlatıyordu sanki. Ona mı benziyordu? Beyaz ve temiz yüzü aynı ay gibiydi. Gözlerimden süzülen iki soğuk, tuzlu damla içimi ürpertmişti. Yüzümden ayrılmalarına ve toprakla buluşmalarına fırsat vermeden, sol kolumla sildim onları. Ağlamayacağım! Artık ağlamayacağım! Söz verdim, o gün yeminler ettim ben. Sıktığım elimle havaya, gözlerimin önüne gelen hayatıma sert bir yumruk attım. Sanki tanrı dualarımı kabul etmişti, ilk kez arzum gerçekleşiyordu ama bu güne kadar bu kadar çok istemiş miydim bir şeyi. Küçük bir taşa takılan ayağım kendimi boşlukta bulmam için fırsat yaratmıştı bana. Vücudum ısınıyordu. Hatta yanıyordum galiba
Aklımda az önce hatırlayamadığım bir şey belirdi. Onu istemiştim, Günlerce yalvarmıştım kutsal varlığa, benim olsun demiştim. Olmuştu, o beni seçmişti. En azından öyle sanıyordum, kullanıldığımı bilmeden
***
Bir şey buldunuz mu? dedi yaşlı amir. Kırışıklıklarının da katkıda bulunduğu sert bir mizacı vardı.
Ceset 16-17 yaşlarında bir genç. Elinde iki tane zar ve cebinde bir fotoğraf bulduk. Başka bir şey yok. Dedi genç polis. Görevini yapmanın verdiği gururla bakıyordu.
Ver bakalım resmi.
Genç adam elindeki büyük fotoğrafı babasından daha büyük olduğu her halinden belli olan amire uzattı.
Sarışın olan bulduğumuz çocuk. Dedi. Diğerleri galiba arkadaşları. Ayrıca fotoğraf yukarıdaki uçurumda çekilmiş
Emekliliğine üç hafta kala önüne gelen dosyayı incelemeye başlayan amir, fotoğrafa şöyle bir baktı. Üç genç vardı. Sarışın çocuk en sağda idi, onun yanında yani ortada yüzü ay kadar beyaz bir kız vardı. Onun solunda ise siyah saçlı temiz yüzlü başka bir erkek vardı.
İlginç. Dedi. Elini çenesine koyup düşünceli bir tavır takındı. Bu veletler temiz çocuklara benziyor, olay büyük ihtimal intihar ama bu yaşta bir çocuk neden kendini atar ki buradan aşağı? Ne çeşit bir travma yaşayabilir ki? Biraz durdu ve genç polise baktı. Zarlarla ilgili ne buldunuz?
Özel yapım tavla zarları, pahalı şeyler olduğu kesin.
Pahalı olduğuna göre bu çocuk zengin biri olabilir. Gasp ve cinayet ihtimali de var. Daha detaylı bir araştırma istiyorum. Dedi ve fotoğrafı karşısında dikilen polise verdi. Ardından sırtını dönüp özel aracıyla merkeze doğru yol almaya başladı.
***
Birkaç gün önce
Kızıla boyanmış bir uçurumda yürüyordum. Çok tanıdık geliyordu burası. Hatırladım! Ahmet ile geldiğimiz özel yerimizden başka bir yer değildi. Daha sonra o da katılmıştı aramıza Soğuk rüzgâr her zaman olduğu gibi altın sarısı saçlarımı uçuruyordu. Uçurumun ortasında gölge duruyordu. Adımlarımı hızlandırarak ona doğru geldim. Yanında geldiğimde gözlerim yerinden çıkacak gibi oldu.
Ahmet!
Yüzünü bana döndü. Evet Ahmet idi bu.
Bu bu bu imkansız! Sen ölmüş olmalıydın!
Gülüyordu. Ama farklıydı yüzü her zamankinden daha soluktu.
Bir kız için değer miydi arkadaşını öldürmek?
Yüzümden akan terler kızıl toprağı ıslatıyordu.
Ahmet, anla beni. Lütfen!
Neyi anlayayım? Bana olan ihanetinizi mi? Yoksa beni sürüklediğiniz ölümü mü? Bana s*ktiri çektiğinizden beri iki yıl geçti. Burada öldürdüm kendimi. Bu suya bıraktım! O beni terk edip sana geldiği gün!
Ağzından çıkan kelimelere rağmen gülüyordu. Tebessüm etmeyi bırakmamıştı ki hiç. Hayatı boyunca hep gülmüştü sadece o gün ağlamıştı, Mervenin onu terk edip beni seçtiği gün.
Affettim seni kardeşim. Kardeşiz biz değil mi? Durdu, elini omzuma koydu. Seni de terk etti değil mi? S*ktir et.
Üzgünüm Ahmet. Gerçekten. Akan terlere karışan gözyaşlarım kızıl toprağı kaplamıştı.
Şşş. Boş ver dedim. Haydi, seni bekliyorum. Öbür tarafta senin gibi tavla oynayan yok.
İstemsiz bir gülümseme kaplamıştı yüzümü. Kendi zarlarımla oynarım bilirsin.
Biliyorum kardeşim ama şimdi uyanmalısın. Yapman gereken bir şey var.
----
Pek bir edebi değeri yok, birkaç yıl oldu sanırım yazalı. 1-2 hafif rötuş yapıp paylaşıyorum.
İçimden bir ses durmamı istedi. Tam ortasında durdum uçurumun, dünyanın, belki de hayatımın. 17 yaşındaydım daha, ne diyordu şair, Yaş 35! Yolun yarısı eder. Çeyreğindeydim ömrümün ama 46sında ölmemiş miydi Cahit Sıtkı? Dalgalı denize baktım. Gökyüzünde uçan bulutlardan fırsat bulduğunda ortaya çıkan ayın yansımasını gördüm tuzlu suda. Sert dalgaların arasında kendine yer edinen ışık zümresi bir şeyler anlatıyordu sanki. Ona mı benziyordu? Beyaz ve temiz yüzü aynı ay gibiydi. Gözlerimden süzülen iki soğuk, tuzlu damla içimi ürpertmişti. Yüzümden ayrılmalarına ve toprakla buluşmalarına fırsat vermeden, sol kolumla sildim onları. Ağlamayacağım! Artık ağlamayacağım! Söz verdim, o gün yeminler ettim ben. Sıktığım elimle havaya, gözlerimin önüne gelen hayatıma sert bir yumruk attım. Sanki tanrı dualarımı kabul etmişti, ilk kez arzum gerçekleşiyordu ama bu güne kadar bu kadar çok istemiş miydim bir şeyi. Küçük bir taşa takılan ayağım kendimi boşlukta bulmam için fırsat yaratmıştı bana. Vücudum ısınıyordu. Hatta yanıyordum galiba
Aklımda az önce hatırlayamadığım bir şey belirdi. Onu istemiştim, Günlerce yalvarmıştım kutsal varlığa, benim olsun demiştim. Olmuştu, o beni seçmişti. En azından öyle sanıyordum, kullanıldığımı bilmeden
***
Bir şey buldunuz mu? dedi yaşlı amir. Kırışıklıklarının da katkıda bulunduğu sert bir mizacı vardı.
Ceset 16-17 yaşlarında bir genç. Elinde iki tane zar ve cebinde bir fotoğraf bulduk. Başka bir şey yok. Dedi genç polis. Görevini yapmanın verdiği gururla bakıyordu.
Ver bakalım resmi.
Genç adam elindeki büyük fotoğrafı babasından daha büyük olduğu her halinden belli olan amire uzattı.
Sarışın olan bulduğumuz çocuk. Dedi. Diğerleri galiba arkadaşları. Ayrıca fotoğraf yukarıdaki uçurumda çekilmiş
Emekliliğine üç hafta kala önüne gelen dosyayı incelemeye başlayan amir, fotoğrafa şöyle bir baktı. Üç genç vardı. Sarışın çocuk en sağda idi, onun yanında yani ortada yüzü ay kadar beyaz bir kız vardı. Onun solunda ise siyah saçlı temiz yüzlü başka bir erkek vardı.
İlginç. Dedi. Elini çenesine koyup düşünceli bir tavır takındı. Bu veletler temiz çocuklara benziyor, olay büyük ihtimal intihar ama bu yaşta bir çocuk neden kendini atar ki buradan aşağı? Ne çeşit bir travma yaşayabilir ki? Biraz durdu ve genç polise baktı. Zarlarla ilgili ne buldunuz?
Özel yapım tavla zarları, pahalı şeyler olduğu kesin.
Pahalı olduğuna göre bu çocuk zengin biri olabilir. Gasp ve cinayet ihtimali de var. Daha detaylı bir araştırma istiyorum. Dedi ve fotoğrafı karşısında dikilen polise verdi. Ardından sırtını dönüp özel aracıyla merkeze doğru yol almaya başladı.
***
Birkaç gün önce
Kızıla boyanmış bir uçurumda yürüyordum. Çok tanıdık geliyordu burası. Hatırladım! Ahmet ile geldiğimiz özel yerimizden başka bir yer değildi. Daha sonra o da katılmıştı aramıza Soğuk rüzgâr her zaman olduğu gibi altın sarısı saçlarımı uçuruyordu. Uçurumun ortasında gölge duruyordu. Adımlarımı hızlandırarak ona doğru geldim. Yanında geldiğimde gözlerim yerinden çıkacak gibi oldu.
Ahmet!
Yüzünü bana döndü. Evet Ahmet idi bu.
Bu bu bu imkansız! Sen ölmüş olmalıydın!
Gülüyordu. Ama farklıydı yüzü her zamankinden daha soluktu.
Bir kız için değer miydi arkadaşını öldürmek?
Yüzümden akan terler kızıl toprağı ıslatıyordu.
Ahmet, anla beni. Lütfen!
Neyi anlayayım? Bana olan ihanetinizi mi? Yoksa beni sürüklediğiniz ölümü mü? Bana s*ktiri çektiğinizden beri iki yıl geçti. Burada öldürdüm kendimi. Bu suya bıraktım! O beni terk edip sana geldiği gün!
Ağzından çıkan kelimelere rağmen gülüyordu. Tebessüm etmeyi bırakmamıştı ki hiç. Hayatı boyunca hep gülmüştü sadece o gün ağlamıştı, Mervenin onu terk edip beni seçtiği gün.
Affettim seni kardeşim. Kardeşiz biz değil mi? Durdu, elini omzuma koydu. Seni de terk etti değil mi? S*ktir et.
Üzgünüm Ahmet. Gerçekten. Akan terlere karışan gözyaşlarım kızıl toprağı kaplamıştı.
Şşş. Boş ver dedim. Haydi, seni bekliyorum. Öbür tarafta senin gibi tavla oynayan yok.
İstemsiz bir gülümseme kaplamıştı yüzümü. Kendi zarlarımla oynarım bilirsin.
Biliyorum kardeşim ama şimdi uyanmalısın. Yapman gereken bir şey var.
----
Pek bir edebi değeri yok, birkaç yıl oldu sanırım yazalı. 1-2 hafif rötuş yapıp paylaşıyorum.