Günümüzde Çekoslovakya isminde bir ülke artık yok, bu ülke yerine çek cumhuriyeti ve Slovakya cumhuriyeti mevcudiyetini koruyor. Çekoslavakya'nın kuruluşu ve tarihi ise bayağı çalkantılıdır. İşte bu çalkantının belkide en önemlisi tarihte 5 Ocak 1968’den itibaren Çekoslovakya’nın politik olarak liberalleşmeye çalıştığı bir dönem olarak bilinen Prag baharı ile gerçekleşmiştir. Alexander Dubcek'in iktidara gelmesinin ardından hayata geçen ''prag baharı'', komünizm ile yönetilen ülkede liberalleşme hareketini simgelemektedir. Ancak prag baharı'nın uygulanmaya başlamasını müteakip Sovyetler birliği ile Varşova paktı üyelerinin 20 Ağustos’ta Çekoslavakya'yı işgal etmeye başlaması bu hareketi durdurmuş ve ülkenin işgali yedi gün sürmüştür. İşte bu yazı prag baharının öncesini, prag baharını ve Sovyetler birliği ile Varşova paktı üyesi ülkelerin işgalinden ‘’kadife devrime’’ kadar olan süreçteki gelişmeleri anlatmaktadır.
DÜNYA SAVAŞLARI SONRASI ÇEKOSLAVAKYA
1918’de sona eren 1. Dünya savaşının sonuçlarından biri Avusturya-Macaristan imparatorluğunun parçalanmasıydı ve Çekoslovak cumhuriyeti ortaya çıkan bağımsız devletlerden biriydi. 16 yıl boyunca devlet başkanlığını sürdüren Tomáš Garrigue Masaryk 1935 yılında görevini Edvard Beneš’e devretti. Devlet başkanlığı sırasında demokrasiyi hayata geçirmeye çalışan Benes birçok sorunla uğraşmak zorunda kaldı. Bunlardan en zor olanı Almanya’da nazizmin yükselişiydi. Hitler’in asıl amaçlarından biri versay anlaşmasını ortadan kaldırmak ve diğer ülkelerde yaşayan bütün Almanları tek toprak altında birleştirmekti. Bu çerçevede Hitler, Çekoslovakya’daki Sudetenland adlı bölgenin Almanya’ya ilhakını istiyordu.
Hitler’in bu talebi batılı güçler tarafından 30 Eylül 1938’de Münih anlaşmasıyla kabul edildi. Ama iş bununla da kalmadı: Mart 1939’da, ikinci dünya savaşının hemen öncesinde hitler Almanyası tarafından Çekoslovakya’nın geri kalan topraklarının çoğu alındı. Çekoslovakya 2. Dünya savaşının sonunda Mayıs 1945’de büyük ölçüde Sovyet kuvvetleri tarafından alman işgalinden kurtarıldı. Buna önceden Yalta konferansında karar verilmişti ve verilen diğer bir karar da savaş sonrasında Çekoslovakya’nın Sovyet nüfuzu altında kalacak olmasıydı.
Savaş sonrası Çekoslavakya’da yapılan serbest seçimlerde komünistler siyasi güç elde ettiler ve ülke 1945 ile 1948 yılları arasında adım adım bir Sovyet uydusu haline geldi. Çekoslovakya muhtemelen doğu Avrupa’da 2. Dünya savaşından sonra komünizme destek veren tek ülkeydi. Bunun sebebi 1938’deki Münih anlaşmasıydı. Çekler ülke topraklarının bir kısmının batılı güçler tarafından nazi Almanyasına bırakılmasını unutamamışlardı. Öte yandan ülkenin Naziler tarafından işgal edilmiş olması nedeniyle ülkedeki direniş grupları sol ideolojiyle yakınlık içerisinde oldu.
Çekoslovakya’nın ilk savaş sonrası hükümeti sol “ulusal cephe” partilerinden oluşuyordu. Bunlar arasında komünist parti, sosyal demokrat parti, ulusal demokratik parti, halk partisi ve Slovak demokratik partisi vardı. Sağ partilerin faaliyetlerine, savaş sırasında Nazilerle işbirliği yaptıkları gerekçesiyle izin verilmedi.
1946 yılının mayıs ayında yapılan parlamento seçimlerinde komünistler oyların yüzde 40’ını alarak iktidarlarını güçlendirdiler. 6 temmuz 1946’da komünist lider Klement Gottwald tarafından kurulan yeni hükümette 9 komünist bakan ve 7 diğer sol partilerin bakanları bulunuyordu.
KOMÜNİST DARBE VE STALİNİZASYON DÖNEMİ
1948 başlarında komünist içişleri bakanı komünist olmayan 8 polis memurunun işine son verince hükümetteki komünist olmayan üyeler istifa etti. Amaçları hükümeti istifaya zorlamak ve yeni bir hükümet kurulmasına zemin hazırlamaktı. Ne var ki umdukları olmadı. Devlet başkanı Edvard BENEŠ istifalarını kabul etti ve yerlerine komünist parti üyeleri atandı. Bu “komünist darbe” ile birlikte, 1948 Şubatından itibaren ülkedeki tüm siyasi güç komünistlerin eline geçmiş oluyordu. Komünistlerin rejimi yeniden şekillendirmesi sürecinde iktidarda olanların tüm siyasal niyetleri, hedefleri ve eylemleri, bunlara uygun olan siyasal davalarla birlikte yürüdü. Bunların önemli bir kısmı, özellikle Sovyetler birliğinde Stalin döneminde gerçekleşen Moskova duruşmaları gibi kurgulanmış ve hazırlanmış davalardı. Devlet mahkemesi Kasım 1948 ile Ocak 1953 arasında 27 bin kişiyi mahkum etti. 1953’de 6 bin 600, 1954’de ise 4 bin 496 kişi suçlu bulundu. Prag’daki en üst mahkemenin 1968’de yaptığı açıklamaya göre, 1948 sonrasında 83 bin kişi siyasal davalarda çeşitli cezalara çarptırıldılar. Siyasal tutukluların önemli bir bölümü cezalarını çekmek üzere Tabor Nucenych Praci’ye (zorla çalıştırma kampları-tnp) gönderildiler. 1948 ile 1953 yılları arasındaki baskı ve göstermelik mahkemeler zorunlu çalışma kamplarını önemli ölçüde kalabalıklaştırıyordu. Bunlardan en ünlüsü jachymov uranyum madenleriydi. Bu karanlık ve baskıcı dönemde rock and roll ve diğer yabancı müzikleri veya radio netherlands gibi yabancı radyo yayınlarını dinlerken yakalananlar yıkıcılıkla suçlanıyor ve hapse atılıyordu. Bu olaylarla birlikte, Mayıs 1948’deki parlamento seçimleriyle birlikte komünistler normal demokratik mekanizmalara daha açıkça düşmanlık göstermeye başladılar. Seçimlerde kampanya yürütmeye çalışan komünist olmayan adaylara polis tarafından eziyet edildi ve aday listelerine sadece ulusal cephe üyeleri alındı. Bununla da kalınmayıp, seçim sonuçlarında tahrifat yapıldı. Seçim sonuçlarına göre ulusal cephe oyların yüzde 89.2’sini aldı. Daha sonraki komünist seçim zaferlerinde bu rakam yüzde 99.9’a kadar çıkacaktı.
Çekoslovakya 1949 yılında comecon’un kurucu üyelerinden biri oldu. Fransız devriminden yaklaşık 50 yıl sonra (1835) kaleme aldığı “danton’un ölümü” adlı dramasında, Karl Georg Büchner’in çok güzel bir sözü vardır: “devrim satürn gibidir, kendi çocuklarını yer…” işte Çekoslovakya’da yaşanan da tam buydu. Aynı yılın eylül ayında ilk Sovyet “danışmanlar” sınıf düşmanlarının nasıl bulunup ortaya çıkarılacağını göstermek üzere Çekoslovakya’ya geldiler ve ilk kurbanlar komünistlerdi, hem de güçlü olanlarından. Bu dönemdeki komünist partiden yapılan tasfiyelerin en göze çarpanı Çekoslovakya komünist partisi genel sekreteri Rudolf Slánsky idi. Göstermelik bir mahkeme sonrasında 20 Kasım 1952’de Slánsky ve 11’i Slánsky gibi yahudi olan 13 komünist lider ve bürokrat troçkist-titocu-siyonist bir karşı devrimci komploya karışmaktan suçlu bulundular. Aralarında Slánsky’de olmak üzere 11 kişi idam edilirken 3 kişi de ömür boyu hapse mahkum edildi. İşin ironik yanı mahkemeye önayak olan ve sovyet danışmanları ülkeye davet eden Slánsky’den başkası değildi. Kimilerine göre Slánsky’nin tasfiyesi, dönemin Çekoslovakya devlet başkanı ve komünist parti lideri Klement Gottwald ile arasındaki iktidar mücadelesinden ve Stalin’in Gottwald’dan yana tutum takınmasından kaynaklanıyordu. Kimilerine göre ise sovyet tarzı bir anti-semitizmden başka bir şey değildi. Stalin sonrası dönemde 1968 yılında Slánsky ve diğerleri üzerindeki suçlamalar kaldırıldı ve itibarları iade edildi.
Stalin’in öldüğü 1953 yılında, çekoslovakya’da yaşanan ekonomik bunalımın ardından ilk muhalefet işaretleri yine partinin içinden gelmeye başladı. Çünkü komünist olmayan muhalefetin ardından parti içinde düşman olarak lanse edilenlerin tasfiye edilmesinden sonra bile ekonomik durum düzelmemiş, parti kitlelerden daha da uzaklaşmıştı. Ülke çapında yönetime ve sovyetlere karşı başlayan protesto gösterileri, sscb’nin desteğini alan çekoslovak komünist partisi tarafından sert önlemlerle bastırıldı. Bununla birlikte Çekoslovakya 14 Mayıs 1955’te kurulan Varşova paktı içerisinde yer aldı. Ancak 1960’larda ekonomik durgunluk ülkedeki komünist politik kontrolü iyice zayıflattı. Çekoslovak komünist partisinin 1962 Aralık ayında yapılan 12'inci kongresinde, devlet başkanı ve parti birinci sekreteri Antonín Novotny, yaptığı konuşmada, 1958'deki son kongre'den beri sınai üretimin % 44 artmasına mukabil, tarımsal üretimin hala savaş öncesi seviyesinde kaldığını söylüyor ve 1963 eylülünde başbakanlığa getirilen, slovakya milli konseyinin başkanı Josef Lenart'da, çekoslovak milli konseyinin önünde yaptığı konuşmada tarımsal üretimin azlığından şikayet ediyordu. Ekonomik sıkıntılarla beraber, 1963'ten itibaren sosyalist rejimin tatbikatında da mühim gevşemeler yapıldı. Bunların başında, basına tanınmaya başlayan geniş hürriyetler gelmekteydi. 1964 ağustosundan itibaren de özel mülkiyet ve hür teşebbüs istikametinde yeni tedbirler alındı. O tarihe kadar devletin elinde olan terzilik, ayakkabıcılık, marangozluk, berberlik, çamaşırcılık, yanında başkasını çalıştırmamak şartıyla, şahıslara bırakıldı. Hatta bu işleri; serbest zamanlarında devlet memurlarının dahi yapabilmesi esası kabul edildi. Bununla birlikte devlet başkanı Antonín Novotny parti içinde liberal tavizlerde bulunmaya zorlandı ve 1965’de bir desentralizasyon programını başlattı. 1966 Kasımından itibaren de, vatandaş gruplarının müşterek mülkiyet halinde apartman yaptırmalarına müsaade edildi.
İşte bu atmosfer içinde, 1963 Şubatında Prag'daki Karis üniversitesi profesörlerinden Goldstücker "insancıl yüzü ile sosyalizm" kavramını ortaya atıyordu. 31 Mayıs ile 4 Haziran 1966 tarihleri arasında yapılan, çekoslovak komünist partisinin 13'üncü kongresi, bu gelişmeler içinde gayet mühim bir dönüm noktasını ifade eder. Zira bu kongre'de kabul edilen 1966-1970 ekonomik kalkınma planı, ekonominin sevk ve idaresinde işletmecilerin yetkilerini arttırdığı gibi, beş yıllık toplam yatırımın beşte birini tarıma tahsis ediyor ve tarım için yıllık ortalama % 2.7'lik bir kalkınma hızını öngörüyordu. Bir diğer mühim nokta ise, beş yıllık planın, Slovakya için yıllık gayri safi hasıla (gnp) artışını ortalama olarak % 56.5 nispetinde öngörmesiydi. Ancak bu reformların çek ekonomisine etkisi fazla olmadı.
Çekoslovak yazarlar birliğinin 27-29 Haziran 1967 de Prag'da yaptığı 4. Kongre ise, hürriyetçilik yolunda atılmış yeni bir adımı teşkil ediyordu. Kongrede kabul edilen bir kararla, basın ve yayın üzerindeki her türlü sansürün kaldırılması istendiği gibi, bu istekleri belirten bir mektup komünist partisi merkez komitesine ulaştırıldı ve bu isteklerin bir "siyasi muhalefet" telakki edilmemesi de istendi. Bu kongre, yazarlar birliği ile Novotny liderliğindeki komünist partisi arasında yeni bir mücadelenin başlamasına sebep oldu ve 13'üncü kongre'de komünist partisi prezidyumuna giren Alexander Dubcek ile parti lideri Novotny arasında da bir mücadeleyi başlattı. Novotny, Dubcek'i, Slovakya'da yazarlara karşı sert tedbir almamakla itham ederken, Dubcek'de, Slovakya'nın kalkınması için yeterli fon ayrılmamasından dolayı Novotny'yi tenkit ediyordu.
Bu çekişmeyle birlikte parti içinde gelişmekte olan muhalefet 1967’de kendini daha fazla şekillendirmenin adımlarını atıyordu. Çeşitli çevrelerde ve komisyonlarda yapılan tartışmalar dalga dalga yayılma eğilimi gösteriyordu. Merkez komitesinin Ekim 1967’de yaptığı toplantının gündeminde ekonomik reformlar ve Çekler ile Slovaklar arasındaki sorunlar vardı. Slovaklar Prag yönetiminin milliyetçiliğinden ve merkeziyetçiliğinden rahatsızlık duyuyorlardı. 9,4 milyonluk çek nüfusuna karşı, 4,2 milyon Slovak azınlık vardı. Devlet başkanı Novotny’nin uygulamaları tüm Slovak azınlığı çek muhalefeti ile ittifaka itti. Slovak muhalefeti esas olarak Novotny’nin şahsını hedef alıyor ve Slovaklara eşit haklar verilmesini talep ediyordu. Çek muhalefetinin tersine, demokratikleşme Slovaklar için ikincil planda idi. Çek muhaliflerle belki her konuda anlaşamıyorlardı ama Novotny karşıtlığı ortak noktalarıydı. Bundan dolayı 30 ekim akşamı, Prag'daki Karls üniversitesi öğrencileri ayaklandılar ve polisle çatıştılar. Bu çatışmayla birlikte Novotny’ye karşı büyük gösteriler düzenlenmeye başladı.
PRAG BAHARI
Sonunda muhalefetin ve sokağın baskısıyla, yıllardır ülkeyi Stalin taraftarı bir anlayışla yöneten Antonín Novotny, 5 Ocak’ta birinci sekreterlikten ayrılmak ve yalnızca devlet başkanı sıfatıyla yetinmek zorunda kaldı. Alexander Dubcek’in birinci sekreter olması yenilikçi kanadın büyük zaferiydi. dubcek, çekler ile Slovaklar arasında bir denge olarak görüldüğü için, bu göreve biraz da itelenerek gelmişti. Dubcek komünist partisi tarafından kabul edilen reform programları ile rejimi köklü bir şekilde değiştirmeyi değil, daha liberal ve ılımlı bir hale getirmeyi amaçlıyordu. Fakat Novotny karşıtları da bu süreçte üçe bölünmüştü: bir yanda bürokrat merkeziyetçi yapı yerine Dubcek’in deyişi ile “insalcıl sosyalizm”den yana olup sosyalist demokrasinin yapısal olarak yerleşeceği bir süreci hedefleyenler, diğer yanda partinin konumuna dokunmayacak, toplumun şekillenmesinde değişikliklere yol açmayacak olan reformlarla yetinilmesini isteyenler ve bunların karşısında hiçbir reformdan yana olmayan, partinin ve var olan yapının güçlendirilmesini isteyenler vardı.
Parti içi yönetim değişikliği toplum içinde de kendini göstermeye başlamıştı. Bunlar arasında sansürün kaldırılması ve yurttaşlara hükümeti eleştirme hakkı verilmesi vardı. Bu bağlamda, gazeteler yüksek makamlardakilerin yolsuzlukları hakkında ifşaatlar yapmaya başladılar. Bu ifşaatlar arasında Novotny ve oğlu da vardı. Dolayısıyla toplumun her kanadında bir özgür tartışma, eleştiri, sorgulama ve değişim rüzgarı esmeye başladı. Bu oluşum aynı zamanda prag baharı’nın da fiili başlangıcını oluşturuyordu. O ana kadar özellikle aydınlar ve parti bürokrasisinin üst kademelerinde süren tartışmalar, 1968’in ilk günlerinden itibaren işçiler arasında da yaşanmaya başladı. Yıllardır süren sansür yumuşamış, prag radyosunda yapılan yayınlarda Gottwald dönemindeki siyasi duruşmalar ve “temizlikler” açıkça eleştirilmeye başlanmıştı. Devletin basın-yayın organları üzerindeki denetimi ise, askeri sırların ve devlet sırlarının açığa çıkarılmasını engelleme göreviyle sınırlandırılmıştı.
Yine mart ayında yaşanan en büyük gelişmelerden biri, yüksek mahkemenin tüm stalin dönemi duruşmalarının yeniden gözden geçirileceğini duyurmasıydı. Bu arada, çoğu mart ayının ilk yarısı içerisinde gerçekleştirilen değişikliklerle başta içişleri bakanı ve başsavcı olmak üzere statüko yanlılarının çoğu görevden alındı. Bu atamalarla hem parti, hem de devlet kurumları içerisinde reform yanlıları kilit görevlere getirildi. Yazdığı mektupla tüm bu değişimlerin ülkede anarşiye neden olacağını söyleyen Novotny, 22 Mart’ta diğer görevlerinden de istifa etti ve yerini eski generallerden Ludvik Svoboda’ya bırakarak siyasetten çekildi. Bu olaylara 6 Nisan’da yeni bir gelişme eklendi ve reformist Oldrich Cerník başbakanlığa getirildi.
Çekoslovakya komünist partisi 9 Nisan 1968 de, "çekoslovakya'nın sosyalizme giden yolu" adını alan, fakat genellikle "harekat programı" adı ile anılan 24.000 kelimelik bir belge yayınlandı. Bu belgede, amacın, sosyalizmin dinamik gelişmesini geniş bir demokrasi ile birleştirerek yeni bir siyasi sistem kurmak olduğu söylendikten sonra, parti ile devletin birbirinden ayrılacağı, partinin devlet idaresine müdahalesinin önleneceği, sosyalist devlet iktidarının tek bir partinin tekeli altına konamayacağı, toplanma ve dernek, söz ve ifade, inanç ve kanaat, basın ve seyahat hürriyetlerinin kabul edileceği, sansürün tamamen kaldırılacağı, komünist partisinin çok partili bir hayatın şartlarını hazırlayacağı, tam manasıyla demokratik seçimlerin yapılmasını öngören bir seçim sisteminin kabul edileceği, v.s. Belirtildikten sonra,
"çekoslovakya'nın şartlarına tamamen uyan bir sosyalist toplumun yoğun bir demokratik modelini inşa etmek istiyoruz" deniyordu.
Ordu kademesi de yapılan tüm reformları ve yayınlanan belgeyi destekleyeceğini açıkladı. Artık içeride reformistlerin önü açılmıştı. Ama bir de dışarıdakiler, yani hesap verecekleri sözde “kardeş” komünist partileri vardı…
Görülüyor ki, hareket "reformcu" mahiyette görünmesine rağmen bir reformun çok ötesine gidiyor ve Çekoslovakya'da yepyeni bir sosyalist devlet modeli kurmayı amaçlıyordu. Sovyetlerin, hemen yanı başlarında ve kendileri için stratejik ehemmiyeti büyük olan bir ülkede, Sovyet modelinin dışında, başını almış giden bir rejimin kurulmasına tahammül etmeleri tabiatıyla mümkün değildi. Ne var ki, ekonomide arzu edilen liberal yaklaşımlar ile düşünce ve ifade özgürlüğü, hem Çekoslovakya’daki tutucu kesimler hem de diğer doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya’daki iktidarlar tarafından büyük bir endişeyle izleniyordu. Bu koşullar altında, ülke içerisindeki reform karşıtları ülke dışındaki “kardeş partiler” ile temaslarını hemen artırmışlardı. Slovak parti şefi Vasil Bilak ile arkadaşları Alois Indra ve Drahomir Kolder, durumu uzaktan ama yakın bir ilgiyle izleyen Brejnev’e gönderdikleri gizli mesajlarla sovyet komünist parti içerisinde telaş yarattılar. Komünist partileri arasında temmuz sonunda Slovakya’nın sınıra yakın Cierna Nad Tisou kasabasında yapılacak olan mutabakat arama toplantısında ortaya çıkabilecek herhangi bir uzlaşmayı önlemek için çağrıda bulundular ve “karşı devrimi önleyin, her ne pahasına olsun…” mesajını yolladılar. Bizzat Brejnev’e ve rusça yazılan bu mektup, kendi yurttaşlarına karşı dış güçleri askeri istila hareketine teşvik etmekten başka bir anlam taşımıyordu. 1968 yazında hala slovak parti şefi olan Bilak, ağustos ayında bu görevden uzaklaştırılacağını düşünerek, müdahaleyi çabuklaştırmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Bürokratlaşmış ve baskıcı doğu avrupa komünist partileri, 1968’de aynı derecede reform ihtiyacı içerisindeydiler. Ama bunu yapmaya cesaretleri yoktu. 23 Mart’ta dresden’de yapılan bir toplantıda, sovyet bloku ülkelerinin parti temsilcileri Dubcek’i reformlardan vazgeçirmeye çalıştılar, ama başaramadılar.
Bu dönemde Brejnev, “bekle gör” politikası izlerken, özellikle doğu alman parti şefi Walter Ulbricht ile Polonya parti şefi Wladyslaw Gomulka, şiddetle müdahale taraftarıydı. 1956 yılında Macar devrimi sırasında Sovyet tanklarının acısını yaşayan Macarlar orta bir yol izliyor, Romenler ise çekleri destekliyor, çoktandır bağımsız bir yol izleyen Yugoslavlar da onları destekliyorlardı. Diğer yandan Ruslar da tereddüt içerisindeydiler. Soğuk savaşın sürmesine rağmen giderek gelişmekte olan yumuşama adımlarını kesmek de işlerine gelmiyordu.
Bu gelişmelerle birlikte Çekoslovakya komünist partisi merkez komitesi 5 Nisan’da yaptığı toplantıda yeni bir eylem programını kabul etti. Yeni reform programı sanayide çalışma konseyleri kurulmasını, sendikaların üyeleri adına pazarlık etme haklarının ve çiftçilerin bağımsız kooperatifler oluşturma haklarının artırılmasını içeriyordu. 1956 yılında Macar ayaklanması sırasında olanların farkında olan Dubcek Çekoslovakya’nın dış politikasını değiştirme niyetinde olmadığını açıkladı. Çeşitli defalar Çekoslovakya’nın Varşova paktından ayrılmayacağını ve Sovyetler birliği ile ittifakına son vermeyeceğini belirtti. Eylem programı, insancıl sosyalizmin uygulamaya konduğunu gösteriyordu:
‘’komünist partisi öncü rolünü toplumun üzerinde egemen olarak değil, onun özgür ve ilerici sosyalist gelişmesine kendini adamış bir şekilde hizmet ederek gerçekleştirir. Parti otoritesini dayatamaz, bunun parti faaliyeti yoluyla tekrar tekrar kazanılması gerekir.’’
4 Mayıs’ta Dubcek, başbakan Cerník ve meclis başkanı Josef Smrkovsky’nin de dahil olduğu bir heyet Moskova’ya giderek Sovyetler birliği komünist parti önderleri ile görüştüler. Sovyet liderleri gelişmelerden duydukları hoşnutsuzluğu dile getirdiler. Çekoslovak heyeti ise ekonomik yardım isteğinde bulundu. Ancak ''piyasa sosyalizmi'' adı altında Çekoslovak ekonomisindeki tüketim malları üretimine doğru bir kayışa muhalefetini ifade eden Sovyetler birliği komünist parti önderleri toplantıda anlaşma sağlanamaması üzerine ekonomik yardımı da vermeyeceklerdi.
SSCB VE ÇEKOSLAVAKYA GÖRÜŞMELERİ
1968, birçok gelişmenin yanı sıra dünya komünist partileri arasındaki son bağların da kopmak üzere olduğu bir yıldı. Çekoslovakya komünist partisi merkez komitesinin haziran ayı başında yaptığı toplantı sonucunda Çekoslovakya’nın sosyalizme doğru “bağımsız bir yol” izleyeceğini açıklaması, SSCB ile aralarındaki iplerin kopma noktasına geldiğinin ilk işaretiydi. Bu karara göre artık herkes kendi yoluna gidecekti. Ne var ki Çekoslovakya, Çin değildi. Her şeyi tarttıktan sonra, Ruslar ve uydu rejimler güç kullanmaya karar verdiler. Ama askeri harekata geçmeden önce, son bir deneme daha yapma ihtiyacı duydular…
Sovyet liderleri ilk olarak müzakere yoluyla Dubcek'in girişimlerinin etkisini durdurmaya veya sınırlamaya çalıştı. Çekoslovakya ve Sovyetler birliği, Temmuz 1968'de Slovak-Sovyet sınırının yakınındaki Cierna Nad Tisou'da yapılacak ikili görüşmelere katılma konusunda anlaştılar.
Toplantıda, Sovyet grubundan Brejnev, Alexei Kosygin, Nikolai Podgorny, Mihail Suslov ve Çekoslovakya grubundan Dubcek, Ludvík Svoboda, Oldrich Cerník, Josef Smrkovsky'i katıldı. Dubcek, varşova paktı ve karşılıklı ekonomik yardımlaşma konseyine bağlılık sözü verirken KSC'nin reformlarını savundu. Ancak KSC liderliği, Dubcek'i destekleyen reformcular (Josef Smrkovsky, Oldrich Cerník, Josef Špacek ve František Kriegel) ile reformlara karşı muhafazakarlar (Drahomír Kolder ve Oldrich Švestka) arasında bölünmüştü. Bu toplantıda brejnev uzlaşmaya karar verdi. KSC temsilcileri, Varşova paktı'na bağlılıklarını tekrar teyit ederek "anti-sosyalist" eğilimleri azaltmaya, Çekoslovak sosyal demokrat partisinin canlanmasını önlemeye çaba sarf etmeye ve daha güçlü bir sansür uygulamasının yeniden uygulanması yönünde söz verdi. Buna karşılık SSCB, askerlerini (haziran 1968'den beri bölgede olan) geri çekmeyi ve 9 eylül parti kongresine izin vermeyi kabul etti.
3 ağustosta, Sovyetler birliği, Doğu Almanya, Polonya halk cumhuriyeti, Macaristan, Bulgaristan ve Çekoslovakya temsilcileri Bratislava'da ‘’bratislava beyannamesini’’ imzaladı.
Beyanname, marksizm-leninizm ve proleter enternasyonalizm arasındaki sarsılmaz sadakati doğruladı ve burjuvazi ideolojisine ve tüm "antisosyalist" güçlere karşı ölümüne bir mücadele ilan etti. Sovyetler birliği, eğer kapitalist sınıfın farklı kesimlerini temsil eden birkaç siyasi partinin çoğulcu bir sistemi olan bir burjuva sistemi kurulduysa, sistemin kurulduğu Varşova paktı ülkesine müdahale edeceğini belirtti. Bratislava konferansının ardından Sovyet askerleri Çekoslovakya topraklarından ayrıldı ancak Çekoslovakya sınırlarında kaldılar.
Dubcek ağır baskı altında, reformlardan vazgeçme sözü vermek zorunda kaldığı bu toplantıdan sonra, yine ayak sürüyerek politika değişikliği konusunu çek komünist partisinin eylül ayında yapacağı kongreye bırakma eğilimi sergiledi. Diğer taraftan, Cierna toplantısı yapılırken Varşova paktının başka temsilcileri de yine Slovakya’da, bu kez bratislava’da toplanıp konuyu kendi açılarından görüşüyor, burada da Antonin Kapek, tıpkı Bil’ak gibi istilacılara davetiye gönderiyordu…
1968 Temmuzunda Sovyetler birliği federal Almanya’nın Sudetenland’ı işgal etmeyi planladığı yolunda kanıtlar bulunduğunu açıklayarak, Çekoslovakya’yı korumak için kızıl ordunun gönderilmesi konusunda izin istedi. Sovyet kuvvetlerinin Prag baharını sona erdirmek için kullanılabileceğinin farkında olan Dubcek bu teklifi geri çevirdi.
Bu dönemde birleşik devletler ve NATO, Çekoslovakya'da gelişmekte olan olaylara büyük ölçüde göz yumdu. Sovyetler birliği bir müttefik kaybedebileceğinden endişe ederken, Amerika Birleşik Devletlerinin komünizm karşısında bir devlet kazanmak için bir isteği de yoktu. Bu olayların yaşandığı sırada birleşik devletler başkanı Lyndon Johnson, ülkenin Vietnam savaşında zaten yer aldığını ve Çekoslovakya'da potansiyel olan çatışmanın çıkması durumunda destek sağlamayacağını belirtti. Ayrıca, Amerikan başkanı Sovyetler birliği ile silah kontrolü antlaşması (salt) yaparak siyasi konumunu da güçlendirmek istiyordu. Dolayısıyla bu anlaşmaya varmak için Moskova'nın istekli olması gerekiyordu ve Çekoslovakya'ya yardım ederek bu imzalanması kesin olan potansiyel antlaşmayı tehlikeye atmak istemiyordu. Bu sebeplerden dolayı, birleşik devletler, prag baharına müdahale etmeyip SSCB'nin istediğini yapması konusunda izin verdi.
İŞGAL BAŞLIYOR
20 Ağustos 1968'te yaklaşık 23.00'da dört Varşova paktı ülkesinden gelen doğu bloku orduları (Sovyetler Birliği, Bulgaristan, Polonya ve Macaristan), Çekoslovakya'yı işgal etti. O gece, 250,000 Varşova paktı askeri ve 2,000 tank ülkeye girdi. İşgal sonunda birliklerin toplam sayısı 500.000'e ulaştı. Romanya ve Arnavutluk ise bu işgalde yer almadı, Arnavutluk bu olaydan sonra Varşova paktından çekildi. Doğu Almanya'nın katılımı işgalden birkaç saat önce iptal edildi. Doğu Almanya ordusunun işgale katılmamasının sebebi, Brejnev'in Almanya'nın katılmasıyla beraber çeklerin Çekoslovakya'nın işgalini hatırlamasıyla beraber çok daha güçlü bir direnç göstereceğini düşünmesidir.
İstila iyi planlanmış ve koordine edilmişti; kara kuvvetleri tarafından yapılan sınır geçişi ile eşzamanlı olarak, sovyet hava kuvvetleri (vdv) Václav Havel Havalimanını (o zamanki adı ruzyne uluslararası havalimanı) işgalin ilk saatlerinde kontrol altına aldı. İlk uçuş 100 tane sivil giyimli ajanı taşıyan uçakla başladı. Hızlı bir şekilde havalimanını kontrol altına aldılar ve büyük uçakların gelmesi için ortamı hazırladılar, Antonov An-12 nakliye uçağı bölgeye ulaştı ve sovyet hava indirme birliklerinin ekipmanlarını (topçular ve hafif tanklar) boşaltmaya başladı. Havalimanındaki operasyon devam ederken tanklar ve motorlu piyade birlikleri, Prag ve diğer büyük merkezlere doğru yola çıktı. İstilacı güçlerin büyük kısmı komünist bloğun diğer ülkeleri tarafından desteklenen kızıl ordu tarafından oluşuyordu. İstilaya katılan diğer varşova paktı ülkeler ise kızıl orduyu desteklemek amacıyla harekata katılmıştı. Örneğin polonya kuvvetlerinin general Florian Siwicki'nin komutasında silesian askeri bölge 2. Ordusuna bağlı 28000 askeri ve tanklarla bu işgal gücünün içerisinde bulunuyordu. İşgalcilere karşı çek ordusu ise direnmedi, çünkü çok fazla kan dökülmesinden çekinen savunma bakanı Dzur ve başbakan Cerník silahlı direniş için hiçbir emir vermemişti. İstila kendi hızıyla ilerleyecek ve kan dökülmeyecekti. Ne var ki, çek halkı sabah saat 04:00’dan itibaren durumdan haberdar oldu ve sabahın ilk saatlerinde, sovyet tankları prag’a girerken on binlerce insan sokakta bu tankları karşıladı. Çek ordusu işgale direnmiyordu. Ancak halk sovyetlerin işgaline direnmeye kararlıydı. Halk işgalci kuvvetlerin askerleriyle konuşmaya çalışıyor ve işgali her şekilde durdurmaya çalışıyordu.
İşgal sırasında KGB ve onunla işbirliği yapan STB görevlilerinin ilk işleri, yanlarında askerler olduğu halde, Dubcek ve hükümet üyelerini tutuklamak, diğer yandan da radyo ve iletişim tesislerini işgal etmek oldu. Parti ve hükümet yetkililerinin tutuklanması kolay oldu. Ama halkın savunduğu radyo binasına girmek için kan dökmek zorunda kaldılar. Yönetimden direnmeme kararı gelmesine rağmen halk direndi. Ağustos ile eylül ayları içerisinde 100 ölü, 800 yaralı verildi. Radyo işgal edildikten sonra gazeteler, sonra da bildirilerle halk gelişmelerden haberdar edildi. Bu arada bütün yol tabelaları ve sokak isimleri söküldü, işgalcilere zorluk çıkartacak her şey yapıldı.
21 ağustos 1968’te sovyetler birliğinin çekoslovakya işgali sırasında çekoslovak radyosunda gazetecilik yapan Ondrej Neff işgalin radyodaki yayınını nasıl yaptığını bir mülakatta şu şekilde anlatmıştır:
“o zamanlar çok gençtim. Çekoslovak radyosunda sadece 2 yıldır çalışıyordum. Radyo istasyonuna çok yakın oturuyordum, yaklaşık 10 dakikalık bir mesafedeydi. Bu yüzden istasyona ilk ulaşanlardandım. 04.00’ü biraz geçiyordu. Uçak sesleriyle uyanmıştım. Çok korkutucu bir sahneydi: karanlık bir gece ve ışıksız uçaklar, üstümüzden geçen kocaman siyah haçlar gibiydiler. İşe vardığımda 10-15 kişi vardı, bir kısmı gece nöbetinde çalışanlardı. Tamamıyla çaresizdik çünkü telekomünikasyon bakanı radyo ve televizyon vericilerini kapatmıştı. Fakat teknisyenler telefon kablolarıyla yayın yapmanın yolunu bir şekilde bulmuşlardı. İşgalin ilk günlerindeki çaresizliğimizi hatırlıyorum. Geleceğim yok olmuş gibi hissetmiştim. Ama tabi ki umut en son kaybolan şey, bir şekilde siyasi liderlerimizin (bir kısmı kaçırılmış bazıları da Moskova’ya götürülmüştü.) Ruslardan kurtulabileceğini düşünüyorduk. Fakat hiçbirimizin gerçekte öyle bir hayali yoktu. Dubcek, stalin tipinde bir diktatör olan sovyet lideri Leonid Brejnev’e karşı durabilecek kadar güçlü değildi. Gördüğüm bir rus askerin yüzünü hala çok net hatırlıyorum. Kocaman bir makineli tüfek taşıyordu. Stalingrad savaşı hakkında bir filmden fırlamış gibiydi. Çok kirliydi ve yüzü ter içindeydi. Çok absürt, çok saçma bir durumdu. Onunla konuşmaya çalıştım ama anlamsızdı, benimle konuşmadı. Daha sonra da başka askerlerle konuşmaya çalışsam da işe yaramadı. Tamamıyla beyinleri yıkanmıştı. Bizi 3. Dünya savaşının eşiğinden döndürdüklerine inanıyorlardı. Çekoslovak radyosunun vinohradska caddesinde bulunan merkez binasından yaptığımız radyo yayınını bir süre sürdürdük. Daha sonra 2 km uzaklıktaki askeri yayın stüdyosuna taşınmak zorunda kaldık. Orada ruslar gelip bizi kovana kadar 24 saat yayın yapabildik. Sonunda 1960'lı yıllarda italyan komünistler tarafından kullanılan gizli bir istasyonda çalışmaya başladık. Eylül ayının ortalarına kadar buradan yayın yaptık. Her şey yatışınca da kendi binamıza döndük. 1968 ağustos’u benim ve benim kuşağımın hayatındaki en önemli dönemlerden biriydi. Çünkü hepimizin hayatını değiştirdi; bazılarımızınkini iyi yönde bazılarımızınkini ise kötü yönde etkiledi. Hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Görsel ve duygusal anılar başka bir şey, politik yansımaları ise başka. Ben, gelecek bu olayın önemini yargılayacak diye düşünüyorum çünkü bence ağustos 1968’de komünizm politik ve ideolojik bir hareket olarak ahlaki değerini yitirdi.”
İşgalin yaşandığı gece, kanada, Danimarka, Fransa, Paraguay, Birleşik Krallık ve Birleşik Devletler, birleşmiş milletler güvenlik konseyinde toplantı yaptı. O gün öğleden sonra, konsey, Çekoslovak büyükelçisi Jan Muzik'in işgali kınadığını duymak için bir araya geldi. Sovyet büyükelçisi Jacob Malik, varşova paktı eylemlerinin "antisosyal güçlere" karşı "kardeş yardımı" konusundaki kararlarını ısrarla vurguladı. Ertesi gün, birkaç ülke müdahaleyi kınayan bir bildirge yayınladı ve Varşova paktının derhal geri çekilmesi için çağrıda bulundu. Abd büyükelçisi George Ball,
"sovyetler birliği'nin çekoslovakya'ya sağladığı kardeş yardımları habil ve kabil ile aynı türdedir" açıklamasını yaptı.
Ball, sovyet delegelerini, işgal tamamlanıncaya kadar oylamayı ertelemekle suçladı. Malik, abd'nin Latin Amerika hammaddelerini sömürmesinin çek emtia ticareti istatistiklerini etkilemesi üzerine konuşmalarına devam etti. Sonunda bir oylama yapıldı. On üye bu hareketi destekledi; Cezayir, Hindistan ve Pakistan çekimser; SSCB (veto yetkisine sahip) ve Macaristan buna karşıydı. Kanada delegeleri birleşmiş milletler temsilcisinin prag'a gitmesini ve tutuklu çekoslovak liderlerinin serbest bırakılmasını isteyen bir başka önergeyi derhal başlattı. Malik, batılı ülkeleri ikiyüzlülükle suçlayarak "kim Vietnam'daki tarlaları, köyleri ve şehirleri kana boğdu" diye sordu. 26 Ağustos'a kadar bir başka oy kullanılmadı ancak yeni atanan Çekoslavakyalı temsilci, konunun güvenlik konseyinin gündeminden çıkarılmasını istedi.
Abd birleşmiş milletler'de varşova paktının saldırganlığının haklı olmadığına ısrar etse de, konumu kendi eylemleri tarafından çürütülüyordu. Sadece üç yıl önce, abd'nin bm temsilcileri, operation power pack'in bir parçası olarak Dominik Cumhuriyetinde iktidarda olan sol hükümetin devrilmesinin, bm müdahalesi olmadan amerikan devletleri örgütü (oas) tarafından çözülmesi gereken bir konu olduğunu belirtmişti. Bu eylem neticesinde; abd'nin meşru müdafaa hakkını kullandığı kabul edilerek kınama kabul edilmemişti. Amerika'nın aynı şekilde vietnam savaşı konusundaki tutumu, birleşmiş milletler genel sekreteri Thant'ın karşılaştırma yapmasına olanak sağladı ve kurula şöyle bir öneri sundu:
"Ruslar Çekoslovakya köylerini bombalıyor ve harap ediyorsa abd bunu daha sesli kınayabilir."
Ancak abd'de sütten çıkmış ak kaşık olmadığı için ruslara karşı ileri bir adım atmamayı seçti. Ayrıca amerikan yönetimi Çekoslavakya’nın içinde bulunduğu durumdan dolayı bir 3. Dünya savaşı çıkartmak gibi bir niyeti de yoktu. Dolayısıyla Sovyetler ve müttefiklerinin gerçekleştirdiği bu eylemlere karşı hem amerika hemde batı avrupa devletleri göz yummak durumunda kaldılar.
Halk direnirken prag’da iki önemli gelişme oluyordu. Bunlardan birincisi 21 ağustos sabahı Dubcek, Svoboda, Cerník ve Dzur’un diğer bazı reformist liderlerle birlikte Moskova’ya kaçırılmalarıydı. Devlet başkanı general Svoboda da hemen arkalarından Moskova'ya gitti. Kendilerine tehdit ve baskılarla bir anlaşma imza ettirildi. Çekoslovak liderleri bu anlaşmayı imza etmek istemediler. O zaman, Sovyetler birliği komünist partisi liderlerinden Boris Ponomarev kendilerine şunları söyledi:
"bunu bugün imzalamazsanız bir hafta içinde imzalarsınız. Bir hafta içinde imzalamazsanız iki hafta içinde imzalarsınız. İki hafta da olmazsa bir ay içinde imzalarsınız... Fakat sonunda imzalayacaksınız."
Aslında Ponomarev'in demek istediği şuydu, Çekoslovak liderleri bu anlaşmayı imzalayıncaya kadar Moskova'da kalacaklardı. Bu durum karşısında imzalamaktan başka çare görmediler. İşgal sırasında Moskova'da bulunan İspanyol komünist partisi liderleri Santiago Carillo ile Dolores Ibarruri bu işgali protesto ettikleri zaman da, sovyet liderlerinden suslov kendilerine şu cevabı vermişti:
"unutmayınız ki, siz sadece küçük bir partisiniz". Sovyetler bu derece kararlı idiler.
Moskova'da imza ettirilen anlaşma bir bildiri ile açıklandı. Bu bildiri ile Çekoslovaklar tamamen geriliyorlar ve "sosyalist birliği"ni ön plana alıyorlardı. 27 ağustos günü moskova'dan dönen Dubcek ve Svoboda halka hitaben yaptıkları konuşmalarda halkı yatıştırmaya çalıştılar. Nitekim, bir Macaristan hadisesi Çekoslovakya'da tekrar edilmedi. Fakat ne var ki, eylül ayının başından itibaren basın hürriyetine yeniden konulan kısıtlamalarla, ocak ayında başlayan hürriyetçi dönem tekrar geriye gitmeye başladı. Ocak ayında başlayıp ağustos ayında sona eren ve "prag baharı" olarak isimlendirilen demokratik dönem artık sona ermişti. Kaçırılan liderler ülkeye döndükten sonra muhafazakarlar Svoboda'dan bir "acil durum hükümeti" kurmalarını istedi. Ancak oylamada Svoboda çoğunluğu kazanamadığı için hükümet kurulamadı. Günlerce süren müzakerelerden sonra, çekoslovak heyetinin bir üyesi hariç (František Kriegel) tüm üyeleri (başta sekreter Dubcek, başbakan Cerník ve ulusal meclis başkanı Smrkovskı) "moskova protokolü"nü kabul etti ve imzaladılar. Protokol, muhalefet gruplarının bastırılmasını, sansürün tam olarak geri alınmasını ve belirli reformist yetkililerin görevden alınmasını talep etti. Ama niçin? Bunun yanıtını almak için işgalcilerin planına bir göz atmamız gerek…
İşgalcilerin planı, işbirlikçilerini meşru bir zeminde iktidara oturtup durumu kontrol altına almaktı. Ne var ki böyle bir zemin yaratamadılar. Parti kongresi işbirlikçi rejimi kabul etmek bir yana, tam tersi bir karar aldı. Çekoslovakya’da karşı devrim olmadığı; ülkenin işgal kuvvetleri ve hainler hükümetini kabul etmeyeceği yönündeki bu karar, bildiri şeklinde basılarak ve gazetelerde yayınlanarak derhal tüm halka duyuruldu. Çekoslovakya komünist partisinin resmi yayın organı olan Rude Pravo gazetesi 27 ağustos’ta işgalcilere şöyle sesleniyordu:
‘’boşuna yoldaşlar, iyi kalpli olabilirsiniz ama buraya işgalciler olarak geldiniz. Ülkemizin topraklarını kirlettiniz. Evlatlarımız sizden nefret ediyor ve edecekler de. Ve biz babalarsa, düşkün ve iktidarsız ama onurumuzu yitirmeden seyrediyoruz. Bu saldırıyı da atlatacağız, ihanetin ve alçaklığın bizi aşağılamasının üstesinden geleceğiz. Eğer yüreklerimizden “sevgi” ve “barış” sözcüklerini söküp atmak zorunda kalıyorsak bunun suçunu kendinizde arayın. Sizler haysiyetsiz işgalcilerisiniz.’’
bu durumda, işbirlikçilerin ülkeyi yönetme şansı olmayacağı açıktı. İşte bu nedenle, uçak ve trenlerde itile kakıla moskova’ya götürülen Dubcek ve arkadaşlarına yapılan muamele, orada, birden değişmişti. Tabii ki baskı altında kaldılar; ama bir süre sonra ülkeye iade edildiler. Halkın işgale karşı kesin direnişi onları bir süre daha yönetimde tuttu.
Çekoslovak liderleri Dubcek, Svoboda ve Cerník ile slovakya komünist partisi birinci sekreteri Gustav Husak, ekim başında tekrar moskova'ya çağrıldılar. 4 ekimde Çekoslovakya ile Sovyet Rusya arasında yeni bir anlaşma imzalandı. 15 maddelik bu anlaşmaya göre, Çekoslovakya, 26 ağustos tarihli Moskova anlaşmasını aynen tatbik etmeyi, komünist partisi'nin öncü rolünü arttırmayı, "anti-sosyalist" unsurlarla mücadele gayretlerini hızlandırmayı, parti ve devlet organlarını marksizm leninizme ve proleter enternasyonalizmine sımsıkı bağlı insanlarla doldurmayı taahhüt ediyordu. Yine bu anlaşma, Çekoslovakya'daki sovyet kuvvetlerinin "geçici" olarak bu ülkede kalmasını öngörüyordu. Diğer sosyalist ülkelerin kuvvetleri ise tedricen çekilecekti. Örneğin macar birlikleri 31 ekim'de ülkedeki birliklerini çekmeye başlamıştı. Sovyetleri böyle bir anlaşmayı Çekoslovakya’ya imza ettirerek durumu sağlama bağlamaya sevk eden sebep, dış dünyanın tepkileri idi. Batı dünyası ve NATO Çekoslovakya'nın Sovyetler tarafından işgalinden büyük endişe duyduğu aşikardı. Hadisenin insan haklarına, milletlerarası hukuk'un ve birleşmiş milletler antlaşmasının ve hatta barış içinde bir arada yaşamanın temel prensiplerine aykırılığı bir yana, Çekoslovakya’ya 600.000 kişilik bir kuvvetin yığılması yeni bir Sovyet tehdidinin ortaya çıkması demekti. Bu sebeple nato, kendisini askeri bakımdan güçlendirme tedbirlerini gevşetmemeye karar verecekti.
Çek halkının direnişi ise işgalden sonra da devam etti. 16 ocak 1969’da Jan Palach, Wenceslas meydanında kendisini yakarak sovyet işgalini protesto etti. Bu olay bütün dünyada yankılandı. Nihayet işgal güçleri 17 nisan 1969’da Dubcek’i görevden alarak yerine kendi kuklaları olan Gustav Husak’ı getirdiler. Ertesi yıl partiden de ihraç edilen Dubcek tam 18 yıl boyunca Slovakya’da bir kereste fabrikasında çalışmak zorunda kaldı. Bu arada komünist partisinin yönetimine de işbirlikçilerini tayin ederek eylül 1969’da merkez komitesine reformları iptal ettiren bir karar çıkartabildiler. Ama tüm bunlar boşunaydı: doğu avrupa’nın bürokratik diktatörlükleri, 20 yıl sonra birbiri ardına ve önlenemez bir biçimde çökmeye başlayacaktı. Alexander Dubcek’de 1992’de şüpheli olduğu ileri sürülen bir trafik kazasında ölmeden önce, 1991’de son sovyet askerinin ülkesini terk ettiğini görecekti.
İşgal, ayrıca bir göç dalgasının başlamasına da neden olmuştu. Bu göç dalgasında ise genel anlamda eğitim almış insanlar göç etti. (tahminler: 70,000 anında, 300,000 toplamda). Batı ülkeleri ise bu kişilerin ülkelerine zorluk çıkarmadan göç etmesine izin verdi. Çekoslavakya'da kurulan yeni komünist hükümet ise doğu bloğundaki en baskıcı yönetimlerden biri haline gelecekti. 1969 sonları 1970 başlarındaki siyasi tasfiyeler sırasında binlerce kişi işinden atıldı ve işsiz olmak yasadışı olduğu için ülkenin entelektüel seçkinlerinin çoğu sonraki yirmi yılı pencere ve yer temizleyerek, kalorifer kazanı yakarak, sebze veya gazete satarak geçirdi.
İŞGAL LEGAL Mİ? İLLEGAL Mİ?
Dubcek rejimi, varşova paktının asker hareketlerine rağmen potansiyel bir istilayı önlemek için herhangi bir adım atmamıştır. Çekoslovak liderler Cierna Nad Tisou zirvesinin iki taraf arasındaki sorunları düzelttiğine inandığından Sovyetler birliği ve müttefiklerinin istila etmeyeceğine inanıyordu. Hem reformlar için verilen destekten dolayı hem de uluslararası siyasi ayaklanmalardan dolayı, herhangi bir istilanın çok pahalıya mal olacağına inandılar. Çekoslovakya böyle bir istilanın bedelini, uluslararası desteğin artırılması, yolların engellenmesi ve havaalanları'nın güvenliğinin artırılması gibi askeri hazırlıklar yapılması yoluyla yükseltmiş olabilir. İstila edildiğinde gece olmasına rağmen, Çekoslovak temsilciliği, varşova paktı birliklerinin sınırı SSCB hükümetinin bilgisi olmaksızın geçtiğini iddia ettiler. İddia edilen şekliyle Çekoslovak partisi ve devlet liderleri, Sovyetler'den silahlı kuvvetlerde dahil olmak üzere acil yardım talep eden imzasız bir talep bastırdı. 14. KSC parti kongresinde (müdahalenin hemen ardından gizlice gerçekleştirilen), liderliğin hiçbir üyesinin müdahaleyi davet etmediği vurgulanmıştır. O sırada, bir dizi yorumcu mektubun sahte veya var olmamış olduğuna inanıyordu. Ayrıca 1990'ların başlarında, Rusya hükümeti, yeni Çekoslovakya cumhurbaşkanı Václav Havel'a Sovyet yetkililerine hitaben ve KSC üyeleri Vasil Bilak, Švestka, Kolder, Indra ve Kapek tarafından imzalanmış davet mektubunun bir kopyasını verdi. "sağcı" medyanın "milliyetçilik dalgasını ve şovenizmi teşvik ettiğini" ve anti-komünist ve anti-sovyet psikoza yol açtığını iddia etti. Mektupta resmi olarak karşı devrim tehlikesine karşı sovyetler birliğinden yardım talebi yazıyordu. 1992 yılındaki izvestiya makalesinde, adalet presidyum üyesi Antonin Kapek'in Leonid Brejnev'e temmuz ayı sonlarında sovyet-çekoslovak Cierna Nad Tisou görüşmelerinde yardım çağrısında bulunan bir mektup verdiğini iddia etti. KGB istasyon şefi tarafından, ukraynalı parti genel başkanı Petro Shelest'e bratislava konferansında ikinci bir mektup gönderildiği tahmin ediliyor. Bu mektup, yukarıda bahsedilen kapek mektubu ile aynı kişiler tarafından imzalandığı da iddialar arasında.
DUBRIC'E KARŞI YAPILAN DARBE PLANI
aslında istiladan çok daha önce Dubcek’e karşı darbe planlanmıştı. Sovyet elçiliğinde ve Orlík barajındaki parti rekreasyon merkezinde, Indra, Kolder ve Bilak tarafından darbenin temelleri atılmıştı. Bu grup presidyum'un çoğunluğunu ikna etmeyi başardıklarında (11 oyun 6'sını aldılar) Alexander Dubcek'in reformistlerine karşı savaşmak için SSCB'den bir askeri istila başlatmasını istediler. SSCB liderliği, 26 ağustos slovak parti kongresine kadar istilayı bekletmeyi düşünüyordu. Ancak çekoslovak komplocular, istilanın özellikle ayın yirmisinde ve geceleyin olmasını talep etti. Bu plan düşünüldüğünde, 16 ile 17 ağustos tarihleri arasında politbüro'da yapılan toplantıda bir karar alındı:
"askeri güç kullanarak komünist partiye ve Çekoslovakya halkına yardım sağlama..." cümlesi dikkat çekicidir.
18 ağustos tarihinde Varşova paktı toplantısında Brejnev, müdahalenin 20 ağustos gecesi başlayacağını ve Bulgaristan, doğu Almanya, Macaristan ve Polonya'nın ulusal liderlerinden "kardeşçe destek" istediğini açıkladı.
Ancak darbe planlandığı gibi gitmedi. Kolder, toplantı öncesinde Kašpar raporunu gözden geçirmeyi planladı ancak Dubcek ve Špacek, Kolder'den şüphelendi ve gündemi değiştirdi. Böylece, yaklaşmakta olan 14. Parti kongresinde son reformlar, Kašpar'ın raporuyla ilgili herhangi bir tartışmadan önce ele alınabildi. Kongre üzerine tartışmalar devam etti ve komplocular güvenoyu talep etme şansına ulaşmadan önce istilanın haberi cumhurbaşkanlığına ulaştı. Çekoslovakya'nın Macaristan büyükelçisi Jozef Púcik'e Sovyet birliklerinin gece yarısı sınırı aşmasına yaklaşık altı saat kala isimsiz bir uyarı iletildi. Haber geldiğinde, muhafazakar koalisyonun dayanışması çöktü. Başkanlık, istilayı kınayan bir deklarasyon önerdiğinde, komplonun iki ana üyesi olan Jan Pillar ve František Barbírek, taraflarını Dubcek'i destekleyecek şekilde değiştirdi. Bununla birlikte, işgal aleyhine olan beyan yediye dört çoğunluk ile kazanıldı.
İŞGAL SONRASI GELİŞMELER
Çekoslovakya'nın işgali komünist dünyasını da bölmüştür. Yugoslavya, Romanya ve Arnavutluk dahil 18 komünist partisi işgalden ötürü Sovyet Rusyayı eleştirmekten geri kalmamıştır. Bilhassa İtalyan komünist partisi Moskova'ya en şiddetli tenkitleri yöneltti. Buna karşılık, Varşova paktı dışında, batı Berlin ve Batı Almanya komünist partileri, Lüksemburg, Portekiz, Kıbrıs (AKEL) komünist partileri ile Türkiye komünist partisi Moskova'yı desteklemiştir. Çekoslovakya'nın Sovyet Rusya tarafından işgali ise, Yunanistan komünist partisini ikiye böldü. "iç" komünistler Moskova'yı kınarken, "dış" komünistler Moskova'yı desteklediler. Çekoslovakya'nın işgali milletlerarası komünizm hareketini böldüğü gibi, Sovyet Rusya'nın prestiji için de ağır bir darbe teşkil etmiştir. Bilhassa bağlantısız üçüncü dünya ülkeleri nezdinde Sovyetlerin mühim prestij kaybına uğradıkları bir gerçektir. Bununla beraber, bu durumun Sovyetler üzerinde pek de fazla bir tesir yaptığı söylenemez. Onlar için mühim olan, sosyalist blokun bütünlüğünün korunması ve bu bütünlüğün Moskova'nın kontrolü altında bulunması idi. Bu amaçla, işgalden birkaç ay sonra Sovyetler Brejnev Doktrini'ni ortaya attılar. Brejnev doktrini, Çekoslovakya'nın işgalinin bir mazereti olduğu kadar, sosyalist blokun diğer üyelerine ilerisi için bir uyarma mahiyetinde idi.
Brejnev Doktrini'nin ilk işaretlerini 26 eylül 1968 günlük Pravda'da yayınlanan bir makale vermiştir. Bu makalede, Çekoslovakya'yı işgal eden yabancı kuvvetlerin,
"Çekoslovakya halklarının selfdeterminasyon ilkesi için mücadele verdikleri, kanunların ve hukuk kurallarının sınıf mücadelesi kanunlarına tabi olduğu, her sosyalist ülkenin egemenliğinin, dünya sosyalizminin ve dünya ihtilalci hareketinin menfaatlerine aykırı olamayacağı" yazılıyordu.
Görüldüğü gibi makale sosyalist ülkeler için yeni bir egemenlik kavramı getirmekteydi. Sovyet lideri Brejnev ise, Polonya komünist partisinin 5'inci kongresinde, 12 kasım 1968 günü yaptığı konuşmada, Brejnev doktrini adını alacak olan bu yeni egemenlik kavramını, şu sözleriyle daha açık bir hale getiriyordu:
"gayet iyi bilinmektedir ki, sosyalizmi inşa etmenin müşterek tabii kanunları vardır ve bu kanunlardan sapma, sosyalizmden de sapma neticesini verir. Ve sosyalizme karşı olan iç ve dış kuvvetler, belirli bir sosyalist ülkenin gelişmelerini, kapitalist sistemin tesisi istikametine döndürmeye çalışırsa, bir ülkede sosyalizm davasına yönelik bir tehlike ortaya çıkarsa, -ki bu aynı zamanda bir bütün olarak sosyalist milletler topluluğunun güvenliğine de yönelik bir tehlikedir- bu artık sadece o ülkenin bir meselesi değil, bütün sosyalist ülkeleri ilgilendiren ortak bir mesele olur."
Görüldüğü üzere, Brejnev'e göre, bir sosyalist ülkenin iç gelişmeleri sadece o ülkeye ait bir mesele değil, bütün sosyalist ülkeleri ilgilendiren ve dolayısıyla diğer ülkelere müdahale hakkı veren bir mesele idi. Tabiatıyla burada ortaya bir başka mesele çıkıyordu? Bir sosyalist ülkedeki gelişmelerin sosyalizmden bir sapma olduğuna ve ayrıca bütün "sosyalist ülkeler topluluğu" (socialist commonwealh) için tehlike teşkil ettiğine kim karar verecekti? Brejnev bu hususta bir şey söylemiyordu. Lakin Çekoslovakya'nın işgali, bu hususlara ancak Sovyet Rusya'nın karar vereceğini göstermişti.
Diğer taraftan, Brejnev "sosyalist ülke" kavramına da açıklık getirmemişti. Bununla kastedilen sadece Varşova paktı üyeleri mi idi? Yoksa Yugoslavya, Küba, Arnavutluk ve Çin gibi gerçekten sosyalist ülkelerle, Mısır ve Cezayir gibi kendilerini "sosyalist" sayan ülkeler de, Brejnev'in bu "sosyalizmde sınırlı egemenlik"" kavramına dahil mi idi?
Brejnev doktrini, Sovyet Rusya'nın gerek sosyalist blok, gerek milletlerarası komünizm üzerindeki kontrolu pekiştirmek için ortaya atılmış olmakla beraber, hemen tamamen aksi netice verdi. Çünkü, 5-17 haziran 1969 da Moskova'da yapılan üçüncü komünist partiler konferansını 17 komünist partisi boykot ettiği gibi, konferansın sonunda alınan kararları, katılanlardan bazıları büyük kısmı ile imzalamadılar ve bir kısım komünist partileri de ancak bazı ihtirazı kayıtlarla (çekince) imzaladılar. Bundan da mühimi, 1970'lerin başından itibaren, öncülüğünü İtalyan ve İspanyol komünist partilerinin yaptığı ve Moskova'dan bağımsız bir "avrupa komünizmi" (eurocommunism) hareketinin ortaya çıkmasıdır. Bu gelişmelerle birlikte 1990 yılının başlarına kadar komünizm kör topal yaşamını sürdürmüştür.
1989 yılı Avrupa’da domino etkisiyle birbirini izleyen devrimlere sahne oldu. İlk hareketlenme Polonyadaydı. 1980 yılında kurulduktan bir yıl kadar sonra kapatılan Lech Walesa önderliğindeki bağımsız dayanışma sendikası nisan 1989’da yeniden yasallaştı ve 4 Haziran 1989 parlamento seçimlerine katılma hakkını elde etti. Senato’daki 100 sandalyeden 99’unu kazanan dayanışma partisi Eylül 1989’da hükümeti kurdu. Bu, doğu Avrupa’daki ilk komünist olmayan hükümetti. Polonya’yı Macaristan izledi. Ekim 1989’da komünist partisi son kongresini düzenledi ve Macaristan sosyalist partisine dönüştü. Öte yandan parlamento 16 ile 20 Ekim 1989 tarihleri arasındaki oturumlarda çok partili parlamenter seçimleri sağlayan yasa değişikliğini kabul etti. 9 Kasım günü bütün dünya büyük bir şaşkınlık içerisinde tarihi bir olaya tanıklık etti. O gün, doğu Almanya’dan Batı’ya kaçmak isteyen Almanların önünün kesilmesi artık mümkün olamayınca Berlin Duvarı yıkıldı. Bundan bir gün sonra, 10 Kasım 1989’da Bulgaristan’ın aşırı Sovyet yanlısı komünist lideri Todor Zhivkov görevinden uzaklaştırıldı. Daha sonra Şubat 1990’da ise komünist partisi iktidardan çekilecek ve dört ay kadar sonra ise 1931 yılından beri ilk kez serbest seçimler yapılacaktı.
Çekoslovakya’da komünizmden demokrasiye geçişin yaşandığı Kadife Devrim böylesi bir ortamda 17 Kasım’da başladı ve 29 Aralık’ta sona erdi. 17 Kasım günü, 2. Dünya savaşında nazi işgali sırasında nazi karşıtı bir gösteri sırasında naziler tarafından öldürülen Jan Opletal’in anıldığı dünya öğrenciler günü için toplanan 15.000 kadar öğrenci, yürüyüşün resmen bitmesine rağmen komünizm karşıtı sloganlar ve afişler eşliğinde yürüyüşe devam ettiler. Narodni caddesinde polis öğrencilerin yolunu kesti ve zor kullanarak öğrencileri dağıttı. Bu ilk kıvılcımı grevler ve katılımı artan gösteriler izledi.
19 Kasım günü Vaclav Havel gibi önde gelen muhalif gruplar tarafından yurttaşlık forumu oluşturuldu. 20 Kasım’da yarım milyona yakın gösterici sokaklara döküldü. Bir gün önce bu sayı 200,000 kişiydi. 27 Kasım’da bütün Çekoslovakya yurttaşlarının katıldığı iki saatlik bir genel grev yapıldı. Bundan sonra Prag’ın Wenceles meydanında ve Bratislava’da hemen her gün gösteriler düzenlenmeye başladı. 28 Kasım’da Çekoslovakya komünist partisi yenildiğini sezdi ve siyasi iktidar üzerindeki tekelini kaldırmayı kabul etti. 10 Aralık’ta komünist devlet başkanı Gustav Husak, Çekoslovakya’da 1948 yılından beri ilk büyük ölçüde komünist olmayan hükümeti atadı ve görevinden çekildi. Alexander Dubcek 28 Aralık’ta federal meclisin sözcülüğüne seçildi ve Vaclav Havel 29 aralık 1989’da özgür Çekoslovakya’nın ilk devlet başkanı seçildi. Havel’in devlet başkanı seçilmesiyle kadife devrim sona erdi ve Haziran 1990’da, 1946 yılından beri yapılan ilk demokratik seçimler sonrasında komünist olmayan bir hükümet kuruldu.
İŞGALCİLERİN ÖZRÜ
Çekoslovakya'nın işgaline katılanlar arasında ilk özür dileyen ise 11 ağustos 1989 tarihinde Macaristan oldu. Macar sosyalist işçi partisi, Çekoslovakya'yı istila etme konusunda yanlış karar vermeleriyle ilgili görüşlerini kamuya açıkladı. 1989'da, askeri müdahalenin 21. Yıldönümünde bulunan Polonya ulusal meclisi, silahlı müdahaleyi kınayan bir kararı kabul etti. Bir diğer özür, 1 Aralık 1989'da doğu Almanya halk meclisi tarafından kabul edildi ve askeri müdahaleye katılımlarından ötürü Çekoslovakyalılardan özür diledi. 2 Aralık 1989'da Bulgaristan'dan da bir özür geldi.
4 Aralık 1989'da Mihail Gorbaçov ve diğer Varşova pakt liderleri, 1968 istilasının bir hata olduğuna dair bildiri Hazırladılar. Sovyet haber ajansı, Tass ajansına yapılan açıklamada birliklerin gönderilmesinin "Çekoslovakya'nın içişlerine müdahale" edildiği ve kınanması gerektiğini söylendi.
İşgalin ana gücünü oluşturan Sovyet hükümeti 1968 eyleminin "dengesiz, yetersiz bir yaklaşım, dost ülkenin işlerine müdahale" olduğunu söyledi. Bu onay, muhtemelen 1989'da doğu Almanya, Çekoslovakya, Polonya ve Romanya'daki komünist hükümetleri deviren halk devrimlerini teşvik etmeye yardımcı oldu ve böylesi bir ayaklanma meydana gelinceye kadar benzer Sovyet müdahalelerinin tekrarlanmayacağının güvencesini sağladı.
İstila, yeni Rusya tarafından cumhurbaşkanı Boris Yeltsin tarafından da kınandı. Yeltsin 1993 senesinde çek cumhuriyetini ziyareti sırasında
"bunu bir saldırganlık olarak, egemen ve ayakta duran bir devletin içişlerine karışan bir saldırı olarak görüyor ve kınıyoruz." şeklinde bir beyanat verdi.
1 Mart 2006'da Prag'daki bir ziyaretinde Vladimir Putin, işgalin ahlaki sorumluluğunu üstlendi ve Boris Yeltsin'e atıfta bulundu. Saldırganlık eylemi olarak:
"başkan Yeltsin 1993'te çek cumhuriyeti ziyaret ederken sadece kendisi için konuşmadı, Rusya federasyonu ve Rus halkı için de konuşuyordu. Bugün, daha önce imzalanan tüm sözleşmelere saygı duymakla kalmayıp 1990'lı yılların başında yapılan tüm değerlendirmeleri de paylaşıyoruz... Ama dürüstlükle söylemeliyiz, elbette hiçbir yasal sorumluluk kabul etmiyoruz. Ancak elbette ahlaki sorumluluğu kabul ediyoruz."
23 Mayıs 2015'te Rus devlet kanalı rusya-1, işgali NATO darbesine karşı koruma olarak sunan bir belgesel olan "Varşova paktı: gizli sayfalar"' ismi altında yayınladı. Slovakya dışişleri bakanlığı, filmin "tarihi yeniden yazmaya ve tarihin karanlık gerçeğini değiştirmeye çalıştığını" söyledi. Slovak ulusal konseyinin başkanı olan František Šebej:
"bu belgesel, NATO ve faşizmin istilasını önlemeye yönelik kardeşçe bir yardım olarak gösterilmiştir, ama bu Rus propaganası, demokrasiye, özgürlüğe ve elbette bize karşı yapılmıştır." şeklinde açıklama yaptı.
Çek cumhurbaşkanı, "Rus televizyonunun yalan söylendiğini ve bunun sadece bir gazetecilik yalanı olduğunu" söyledi.
Çek dışişleri bakanı Lubomír Zaorálek, filmin gerçekleri, "büyük oranda bozduğunu" söyledi. En önemli rus gazetelerinden gazeta.ru, belgeseli Rusya'ya zarar veren taraflı ve revizyonist bir belgesel olarak nitelendirdi.
SONUÇ
görünen o ki Macar "milli" hareketi gibi, çeklerin "insancıl komünizm" hareketi de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Çünkü, Romanya'nın bağımsızlık politikasında Romen komünist partisinin kendi içindeki dayanışması, büyük bir başarı faktörü iken, çek komünist partisinin kendi içinde bölünmesi ve iç mücadele, "insancıl komünizm" hareketinin altındaki zemini zayıflatmış ve bu da sovyet Rusya'nın işini kolaylaştırmıştır.
Prag baharı adıyla anılan ve bir sürecin siyasal, ekonomik ve toplumsal şekillenmesinin yol açtığı gelişmeler, resmi sosyalizmin, marksizmi içine düşürdüğü bunalımın bir kez daha dışa vurulduğu anlardan biriydi. Sosyalizmin sorunlarına fikri düzeyin ötesinde, fiilen işçi ve tüm çalışan kitleler tarafından sokaklarda, fabrikalarda ve tüm üretim birimlerinde ortaya konulduğu ölçüde çözümlerin arandığı bir dönemdi bu. Prag baharı, bürokratik sistemlerin sorunlarının açığa çıkması açısından, tarihsel süreçteki önemli bir örneği oluşturdu.
Ne var ki varşova paktı’nın çekoslovakya’yı işgaliyle “dünya komünist hareketi” kavramının bir efsaneden ibaret olduğu giderek ortaya çıkıyordu. Uzun zamandır moskova ile çatışma halinde olan çin, yugoslavya ve arnavutluk, bunun geçici bir anlaşmazlık olmadığını ilan ediyorlar ve sovyetler birliği ile uzlaşma köprülerini atıyorlardı. Keza, kuzey kore ve bir ölçüye kadar da küba, farklı yollardan ilerlemeye başlıyorlar ve moskova ile uydu devletleri çekoslovakya’nın işgali sonrasında yalnız kalıyorlardı.
DÜNYA SAVAŞLARI SONRASI ÇEKOSLAVAKYA
1918’de sona eren 1. Dünya savaşının sonuçlarından biri Avusturya-Macaristan imparatorluğunun parçalanmasıydı ve Çekoslovak cumhuriyeti ortaya çıkan bağımsız devletlerden biriydi. 16 yıl boyunca devlet başkanlığını sürdüren Tomáš Garrigue Masaryk 1935 yılında görevini Edvard Beneš’e devretti. Devlet başkanlığı sırasında demokrasiyi hayata geçirmeye çalışan Benes birçok sorunla uğraşmak zorunda kaldı. Bunlardan en zor olanı Almanya’da nazizmin yükselişiydi. Hitler’in asıl amaçlarından biri versay anlaşmasını ortadan kaldırmak ve diğer ülkelerde yaşayan bütün Almanları tek toprak altında birleştirmekti. Bu çerçevede Hitler, Çekoslovakya’daki Sudetenland adlı bölgenin Almanya’ya ilhakını istiyordu.
Hitler’in bu talebi batılı güçler tarafından 30 Eylül 1938’de Münih anlaşmasıyla kabul edildi. Ama iş bununla da kalmadı: Mart 1939’da, ikinci dünya savaşının hemen öncesinde hitler Almanyası tarafından Çekoslovakya’nın geri kalan topraklarının çoğu alındı. Çekoslovakya 2. Dünya savaşının sonunda Mayıs 1945’de büyük ölçüde Sovyet kuvvetleri tarafından alman işgalinden kurtarıldı. Buna önceden Yalta konferansında karar verilmişti ve verilen diğer bir karar da savaş sonrasında Çekoslovakya’nın Sovyet nüfuzu altında kalacak olmasıydı.
Savaş sonrası Çekoslavakya’da yapılan serbest seçimlerde komünistler siyasi güç elde ettiler ve ülke 1945 ile 1948 yılları arasında adım adım bir Sovyet uydusu haline geldi. Çekoslovakya muhtemelen doğu Avrupa’da 2. Dünya savaşından sonra komünizme destek veren tek ülkeydi. Bunun sebebi 1938’deki Münih anlaşmasıydı. Çekler ülke topraklarının bir kısmının batılı güçler tarafından nazi Almanyasına bırakılmasını unutamamışlardı. Öte yandan ülkenin Naziler tarafından işgal edilmiş olması nedeniyle ülkedeki direniş grupları sol ideolojiyle yakınlık içerisinde oldu.
Çekoslovakya’nın ilk savaş sonrası hükümeti sol “ulusal cephe” partilerinden oluşuyordu. Bunlar arasında komünist parti, sosyal demokrat parti, ulusal demokratik parti, halk partisi ve Slovak demokratik partisi vardı. Sağ partilerin faaliyetlerine, savaş sırasında Nazilerle işbirliği yaptıkları gerekçesiyle izin verilmedi.
1946 yılının mayıs ayında yapılan parlamento seçimlerinde komünistler oyların yüzde 40’ını alarak iktidarlarını güçlendirdiler. 6 temmuz 1946’da komünist lider Klement Gottwald tarafından kurulan yeni hükümette 9 komünist bakan ve 7 diğer sol partilerin bakanları bulunuyordu.
KOMÜNİST DARBE VE STALİNİZASYON DÖNEMİ
1948 başlarında komünist içişleri bakanı komünist olmayan 8 polis memurunun işine son verince hükümetteki komünist olmayan üyeler istifa etti. Amaçları hükümeti istifaya zorlamak ve yeni bir hükümet kurulmasına zemin hazırlamaktı. Ne var ki umdukları olmadı. Devlet başkanı Edvard BENEŠ istifalarını kabul etti ve yerlerine komünist parti üyeleri atandı. Bu “komünist darbe” ile birlikte, 1948 Şubatından itibaren ülkedeki tüm siyasi güç komünistlerin eline geçmiş oluyordu. Komünistlerin rejimi yeniden şekillendirmesi sürecinde iktidarda olanların tüm siyasal niyetleri, hedefleri ve eylemleri, bunlara uygun olan siyasal davalarla birlikte yürüdü. Bunların önemli bir kısmı, özellikle Sovyetler birliğinde Stalin döneminde gerçekleşen Moskova duruşmaları gibi kurgulanmış ve hazırlanmış davalardı. Devlet mahkemesi Kasım 1948 ile Ocak 1953 arasında 27 bin kişiyi mahkum etti. 1953’de 6 bin 600, 1954’de ise 4 bin 496 kişi suçlu bulundu. Prag’daki en üst mahkemenin 1968’de yaptığı açıklamaya göre, 1948 sonrasında 83 bin kişi siyasal davalarda çeşitli cezalara çarptırıldılar. Siyasal tutukluların önemli bir bölümü cezalarını çekmek üzere Tabor Nucenych Praci’ye (zorla çalıştırma kampları-tnp) gönderildiler. 1948 ile 1953 yılları arasındaki baskı ve göstermelik mahkemeler zorunlu çalışma kamplarını önemli ölçüde kalabalıklaştırıyordu. Bunlardan en ünlüsü jachymov uranyum madenleriydi. Bu karanlık ve baskıcı dönemde rock and roll ve diğer yabancı müzikleri veya radio netherlands gibi yabancı radyo yayınlarını dinlerken yakalananlar yıkıcılıkla suçlanıyor ve hapse atılıyordu. Bu olaylarla birlikte, Mayıs 1948’deki parlamento seçimleriyle birlikte komünistler normal demokratik mekanizmalara daha açıkça düşmanlık göstermeye başladılar. Seçimlerde kampanya yürütmeye çalışan komünist olmayan adaylara polis tarafından eziyet edildi ve aday listelerine sadece ulusal cephe üyeleri alındı. Bununla da kalınmayıp, seçim sonuçlarında tahrifat yapıldı. Seçim sonuçlarına göre ulusal cephe oyların yüzde 89.2’sini aldı. Daha sonraki komünist seçim zaferlerinde bu rakam yüzde 99.9’a kadar çıkacaktı.
Çekoslovakya 1949 yılında comecon’un kurucu üyelerinden biri oldu. Fransız devriminden yaklaşık 50 yıl sonra (1835) kaleme aldığı “danton’un ölümü” adlı dramasında, Karl Georg Büchner’in çok güzel bir sözü vardır: “devrim satürn gibidir, kendi çocuklarını yer…” işte Çekoslovakya’da yaşanan da tam buydu. Aynı yılın eylül ayında ilk Sovyet “danışmanlar” sınıf düşmanlarının nasıl bulunup ortaya çıkarılacağını göstermek üzere Çekoslovakya’ya geldiler ve ilk kurbanlar komünistlerdi, hem de güçlü olanlarından. Bu dönemdeki komünist partiden yapılan tasfiyelerin en göze çarpanı Çekoslovakya komünist partisi genel sekreteri Rudolf Slánsky idi. Göstermelik bir mahkeme sonrasında 20 Kasım 1952’de Slánsky ve 11’i Slánsky gibi yahudi olan 13 komünist lider ve bürokrat troçkist-titocu-siyonist bir karşı devrimci komploya karışmaktan suçlu bulundular. Aralarında Slánsky’de olmak üzere 11 kişi idam edilirken 3 kişi de ömür boyu hapse mahkum edildi. İşin ironik yanı mahkemeye önayak olan ve sovyet danışmanları ülkeye davet eden Slánsky’den başkası değildi. Kimilerine göre Slánsky’nin tasfiyesi, dönemin Çekoslovakya devlet başkanı ve komünist parti lideri Klement Gottwald ile arasındaki iktidar mücadelesinden ve Stalin’in Gottwald’dan yana tutum takınmasından kaynaklanıyordu. Kimilerine göre ise sovyet tarzı bir anti-semitizmden başka bir şey değildi. Stalin sonrası dönemde 1968 yılında Slánsky ve diğerleri üzerindeki suçlamalar kaldırıldı ve itibarları iade edildi.
Stalin’in öldüğü 1953 yılında, çekoslovakya’da yaşanan ekonomik bunalımın ardından ilk muhalefet işaretleri yine partinin içinden gelmeye başladı. Çünkü komünist olmayan muhalefetin ardından parti içinde düşman olarak lanse edilenlerin tasfiye edilmesinden sonra bile ekonomik durum düzelmemiş, parti kitlelerden daha da uzaklaşmıştı. Ülke çapında yönetime ve sovyetlere karşı başlayan protesto gösterileri, sscb’nin desteğini alan çekoslovak komünist partisi tarafından sert önlemlerle bastırıldı. Bununla birlikte Çekoslovakya 14 Mayıs 1955’te kurulan Varşova paktı içerisinde yer aldı. Ancak 1960’larda ekonomik durgunluk ülkedeki komünist politik kontrolü iyice zayıflattı. Çekoslovak komünist partisinin 1962 Aralık ayında yapılan 12'inci kongresinde, devlet başkanı ve parti birinci sekreteri Antonín Novotny, yaptığı konuşmada, 1958'deki son kongre'den beri sınai üretimin % 44 artmasına mukabil, tarımsal üretimin hala savaş öncesi seviyesinde kaldığını söylüyor ve 1963 eylülünde başbakanlığa getirilen, slovakya milli konseyinin başkanı Josef Lenart'da, çekoslovak milli konseyinin önünde yaptığı konuşmada tarımsal üretimin azlığından şikayet ediyordu. Ekonomik sıkıntılarla beraber, 1963'ten itibaren sosyalist rejimin tatbikatında da mühim gevşemeler yapıldı. Bunların başında, basına tanınmaya başlayan geniş hürriyetler gelmekteydi. 1964 ağustosundan itibaren de özel mülkiyet ve hür teşebbüs istikametinde yeni tedbirler alındı. O tarihe kadar devletin elinde olan terzilik, ayakkabıcılık, marangozluk, berberlik, çamaşırcılık, yanında başkasını çalıştırmamak şartıyla, şahıslara bırakıldı. Hatta bu işleri; serbest zamanlarında devlet memurlarının dahi yapabilmesi esası kabul edildi. Bununla birlikte devlet başkanı Antonín Novotny parti içinde liberal tavizlerde bulunmaya zorlandı ve 1965’de bir desentralizasyon programını başlattı. 1966 Kasımından itibaren de, vatandaş gruplarının müşterek mülkiyet halinde apartman yaptırmalarına müsaade edildi.
İşte bu atmosfer içinde, 1963 Şubatında Prag'daki Karis üniversitesi profesörlerinden Goldstücker "insancıl yüzü ile sosyalizm" kavramını ortaya atıyordu. 31 Mayıs ile 4 Haziran 1966 tarihleri arasında yapılan, çekoslovak komünist partisinin 13'üncü kongresi, bu gelişmeler içinde gayet mühim bir dönüm noktasını ifade eder. Zira bu kongre'de kabul edilen 1966-1970 ekonomik kalkınma planı, ekonominin sevk ve idaresinde işletmecilerin yetkilerini arttırdığı gibi, beş yıllık toplam yatırımın beşte birini tarıma tahsis ediyor ve tarım için yıllık ortalama % 2.7'lik bir kalkınma hızını öngörüyordu. Bir diğer mühim nokta ise, beş yıllık planın, Slovakya için yıllık gayri safi hasıla (gnp) artışını ortalama olarak % 56.5 nispetinde öngörmesiydi. Ancak bu reformların çek ekonomisine etkisi fazla olmadı.
Çekoslovak yazarlar birliğinin 27-29 Haziran 1967 de Prag'da yaptığı 4. Kongre ise, hürriyetçilik yolunda atılmış yeni bir adımı teşkil ediyordu. Kongrede kabul edilen bir kararla, basın ve yayın üzerindeki her türlü sansürün kaldırılması istendiği gibi, bu istekleri belirten bir mektup komünist partisi merkez komitesine ulaştırıldı ve bu isteklerin bir "siyasi muhalefet" telakki edilmemesi de istendi. Bu kongre, yazarlar birliği ile Novotny liderliğindeki komünist partisi arasında yeni bir mücadelenin başlamasına sebep oldu ve 13'üncü kongre'de komünist partisi prezidyumuna giren Alexander Dubcek ile parti lideri Novotny arasında da bir mücadeleyi başlattı. Novotny, Dubcek'i, Slovakya'da yazarlara karşı sert tedbir almamakla itham ederken, Dubcek'de, Slovakya'nın kalkınması için yeterli fon ayrılmamasından dolayı Novotny'yi tenkit ediyordu.
Bu çekişmeyle birlikte parti içinde gelişmekte olan muhalefet 1967’de kendini daha fazla şekillendirmenin adımlarını atıyordu. Çeşitli çevrelerde ve komisyonlarda yapılan tartışmalar dalga dalga yayılma eğilimi gösteriyordu. Merkez komitesinin Ekim 1967’de yaptığı toplantının gündeminde ekonomik reformlar ve Çekler ile Slovaklar arasındaki sorunlar vardı. Slovaklar Prag yönetiminin milliyetçiliğinden ve merkeziyetçiliğinden rahatsızlık duyuyorlardı. 9,4 milyonluk çek nüfusuna karşı, 4,2 milyon Slovak azınlık vardı. Devlet başkanı Novotny’nin uygulamaları tüm Slovak azınlığı çek muhalefeti ile ittifaka itti. Slovak muhalefeti esas olarak Novotny’nin şahsını hedef alıyor ve Slovaklara eşit haklar verilmesini talep ediyordu. Çek muhalefetinin tersine, demokratikleşme Slovaklar için ikincil planda idi. Çek muhaliflerle belki her konuda anlaşamıyorlardı ama Novotny karşıtlığı ortak noktalarıydı. Bundan dolayı 30 ekim akşamı, Prag'daki Karls üniversitesi öğrencileri ayaklandılar ve polisle çatıştılar. Bu çatışmayla birlikte Novotny’ye karşı büyük gösteriler düzenlenmeye başladı.
PRAG BAHARI
Sonunda muhalefetin ve sokağın baskısıyla, yıllardır ülkeyi Stalin taraftarı bir anlayışla yöneten Antonín Novotny, 5 Ocak’ta birinci sekreterlikten ayrılmak ve yalnızca devlet başkanı sıfatıyla yetinmek zorunda kaldı. Alexander Dubcek’in birinci sekreter olması yenilikçi kanadın büyük zaferiydi. dubcek, çekler ile Slovaklar arasında bir denge olarak görüldüğü için, bu göreve biraz da itelenerek gelmişti. Dubcek komünist partisi tarafından kabul edilen reform programları ile rejimi köklü bir şekilde değiştirmeyi değil, daha liberal ve ılımlı bir hale getirmeyi amaçlıyordu. Fakat Novotny karşıtları da bu süreçte üçe bölünmüştü: bir yanda bürokrat merkeziyetçi yapı yerine Dubcek’in deyişi ile “insalcıl sosyalizm”den yana olup sosyalist demokrasinin yapısal olarak yerleşeceği bir süreci hedefleyenler, diğer yanda partinin konumuna dokunmayacak, toplumun şekillenmesinde değişikliklere yol açmayacak olan reformlarla yetinilmesini isteyenler ve bunların karşısında hiçbir reformdan yana olmayan, partinin ve var olan yapının güçlendirilmesini isteyenler vardı.
Parti içi yönetim değişikliği toplum içinde de kendini göstermeye başlamıştı. Bunlar arasında sansürün kaldırılması ve yurttaşlara hükümeti eleştirme hakkı verilmesi vardı. Bu bağlamda, gazeteler yüksek makamlardakilerin yolsuzlukları hakkında ifşaatlar yapmaya başladılar. Bu ifşaatlar arasında Novotny ve oğlu da vardı. Dolayısıyla toplumun her kanadında bir özgür tartışma, eleştiri, sorgulama ve değişim rüzgarı esmeye başladı. Bu oluşum aynı zamanda prag baharı’nın da fiili başlangıcını oluşturuyordu. O ana kadar özellikle aydınlar ve parti bürokrasisinin üst kademelerinde süren tartışmalar, 1968’in ilk günlerinden itibaren işçiler arasında da yaşanmaya başladı. Yıllardır süren sansür yumuşamış, prag radyosunda yapılan yayınlarda Gottwald dönemindeki siyasi duruşmalar ve “temizlikler” açıkça eleştirilmeye başlanmıştı. Devletin basın-yayın organları üzerindeki denetimi ise, askeri sırların ve devlet sırlarının açığa çıkarılmasını engelleme göreviyle sınırlandırılmıştı.
Yine mart ayında yaşanan en büyük gelişmelerden biri, yüksek mahkemenin tüm stalin dönemi duruşmalarının yeniden gözden geçirileceğini duyurmasıydı. Bu arada, çoğu mart ayının ilk yarısı içerisinde gerçekleştirilen değişikliklerle başta içişleri bakanı ve başsavcı olmak üzere statüko yanlılarının çoğu görevden alındı. Bu atamalarla hem parti, hem de devlet kurumları içerisinde reform yanlıları kilit görevlere getirildi. Yazdığı mektupla tüm bu değişimlerin ülkede anarşiye neden olacağını söyleyen Novotny, 22 Mart’ta diğer görevlerinden de istifa etti ve yerini eski generallerden Ludvik Svoboda’ya bırakarak siyasetten çekildi. Bu olaylara 6 Nisan’da yeni bir gelişme eklendi ve reformist Oldrich Cerník başbakanlığa getirildi.
Çekoslovakya komünist partisi 9 Nisan 1968 de, "çekoslovakya'nın sosyalizme giden yolu" adını alan, fakat genellikle "harekat programı" adı ile anılan 24.000 kelimelik bir belge yayınlandı. Bu belgede, amacın, sosyalizmin dinamik gelişmesini geniş bir demokrasi ile birleştirerek yeni bir siyasi sistem kurmak olduğu söylendikten sonra, parti ile devletin birbirinden ayrılacağı, partinin devlet idaresine müdahalesinin önleneceği, sosyalist devlet iktidarının tek bir partinin tekeli altına konamayacağı, toplanma ve dernek, söz ve ifade, inanç ve kanaat, basın ve seyahat hürriyetlerinin kabul edileceği, sansürün tamamen kaldırılacağı, komünist partisinin çok partili bir hayatın şartlarını hazırlayacağı, tam manasıyla demokratik seçimlerin yapılmasını öngören bir seçim sisteminin kabul edileceği, v.s. Belirtildikten sonra,
"çekoslovakya'nın şartlarına tamamen uyan bir sosyalist toplumun yoğun bir demokratik modelini inşa etmek istiyoruz" deniyordu.
Ordu kademesi de yapılan tüm reformları ve yayınlanan belgeyi destekleyeceğini açıkladı. Artık içeride reformistlerin önü açılmıştı. Ama bir de dışarıdakiler, yani hesap verecekleri sözde “kardeş” komünist partileri vardı…
Görülüyor ki, hareket "reformcu" mahiyette görünmesine rağmen bir reformun çok ötesine gidiyor ve Çekoslovakya'da yepyeni bir sosyalist devlet modeli kurmayı amaçlıyordu. Sovyetlerin, hemen yanı başlarında ve kendileri için stratejik ehemmiyeti büyük olan bir ülkede, Sovyet modelinin dışında, başını almış giden bir rejimin kurulmasına tahammül etmeleri tabiatıyla mümkün değildi. Ne var ki, ekonomide arzu edilen liberal yaklaşımlar ile düşünce ve ifade özgürlüğü, hem Çekoslovakya’daki tutucu kesimler hem de diğer doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya’daki iktidarlar tarafından büyük bir endişeyle izleniyordu. Bu koşullar altında, ülke içerisindeki reform karşıtları ülke dışındaki “kardeş partiler” ile temaslarını hemen artırmışlardı. Slovak parti şefi Vasil Bilak ile arkadaşları Alois Indra ve Drahomir Kolder, durumu uzaktan ama yakın bir ilgiyle izleyen Brejnev’e gönderdikleri gizli mesajlarla sovyet komünist parti içerisinde telaş yarattılar. Komünist partileri arasında temmuz sonunda Slovakya’nın sınıra yakın Cierna Nad Tisou kasabasında yapılacak olan mutabakat arama toplantısında ortaya çıkabilecek herhangi bir uzlaşmayı önlemek için çağrıda bulundular ve “karşı devrimi önleyin, her ne pahasına olsun…” mesajını yolladılar. Bizzat Brejnev’e ve rusça yazılan bu mektup, kendi yurttaşlarına karşı dış güçleri askeri istila hareketine teşvik etmekten başka bir anlam taşımıyordu. 1968 yazında hala slovak parti şefi olan Bilak, ağustos ayında bu görevden uzaklaştırılacağını düşünerek, müdahaleyi çabuklaştırmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Bürokratlaşmış ve baskıcı doğu avrupa komünist partileri, 1968’de aynı derecede reform ihtiyacı içerisindeydiler. Ama bunu yapmaya cesaretleri yoktu. 23 Mart’ta dresden’de yapılan bir toplantıda, sovyet bloku ülkelerinin parti temsilcileri Dubcek’i reformlardan vazgeçirmeye çalıştılar, ama başaramadılar.
Bu dönemde Brejnev, “bekle gör” politikası izlerken, özellikle doğu alman parti şefi Walter Ulbricht ile Polonya parti şefi Wladyslaw Gomulka, şiddetle müdahale taraftarıydı. 1956 yılında Macar devrimi sırasında Sovyet tanklarının acısını yaşayan Macarlar orta bir yol izliyor, Romenler ise çekleri destekliyor, çoktandır bağımsız bir yol izleyen Yugoslavlar da onları destekliyorlardı. Diğer yandan Ruslar da tereddüt içerisindeydiler. Soğuk savaşın sürmesine rağmen giderek gelişmekte olan yumuşama adımlarını kesmek de işlerine gelmiyordu.
Bu gelişmelerle birlikte Çekoslovakya komünist partisi merkez komitesi 5 Nisan’da yaptığı toplantıda yeni bir eylem programını kabul etti. Yeni reform programı sanayide çalışma konseyleri kurulmasını, sendikaların üyeleri adına pazarlık etme haklarının ve çiftçilerin bağımsız kooperatifler oluşturma haklarının artırılmasını içeriyordu. 1956 yılında Macar ayaklanması sırasında olanların farkında olan Dubcek Çekoslovakya’nın dış politikasını değiştirme niyetinde olmadığını açıkladı. Çeşitli defalar Çekoslovakya’nın Varşova paktından ayrılmayacağını ve Sovyetler birliği ile ittifakına son vermeyeceğini belirtti. Eylem programı, insancıl sosyalizmin uygulamaya konduğunu gösteriyordu:
‘’komünist partisi öncü rolünü toplumun üzerinde egemen olarak değil, onun özgür ve ilerici sosyalist gelişmesine kendini adamış bir şekilde hizmet ederek gerçekleştirir. Parti otoritesini dayatamaz, bunun parti faaliyeti yoluyla tekrar tekrar kazanılması gerekir.’’
4 Mayıs’ta Dubcek, başbakan Cerník ve meclis başkanı Josef Smrkovsky’nin de dahil olduğu bir heyet Moskova’ya giderek Sovyetler birliği komünist parti önderleri ile görüştüler. Sovyet liderleri gelişmelerden duydukları hoşnutsuzluğu dile getirdiler. Çekoslovak heyeti ise ekonomik yardım isteğinde bulundu. Ancak ''piyasa sosyalizmi'' adı altında Çekoslovak ekonomisindeki tüketim malları üretimine doğru bir kayışa muhalefetini ifade eden Sovyetler birliği komünist parti önderleri toplantıda anlaşma sağlanamaması üzerine ekonomik yardımı da vermeyeceklerdi.
SSCB VE ÇEKOSLAVAKYA GÖRÜŞMELERİ
1968, birçok gelişmenin yanı sıra dünya komünist partileri arasındaki son bağların da kopmak üzere olduğu bir yıldı. Çekoslovakya komünist partisi merkez komitesinin haziran ayı başında yaptığı toplantı sonucunda Çekoslovakya’nın sosyalizme doğru “bağımsız bir yol” izleyeceğini açıklaması, SSCB ile aralarındaki iplerin kopma noktasına geldiğinin ilk işaretiydi. Bu karara göre artık herkes kendi yoluna gidecekti. Ne var ki Çekoslovakya, Çin değildi. Her şeyi tarttıktan sonra, Ruslar ve uydu rejimler güç kullanmaya karar verdiler. Ama askeri harekata geçmeden önce, son bir deneme daha yapma ihtiyacı duydular…
Sovyet liderleri ilk olarak müzakere yoluyla Dubcek'in girişimlerinin etkisini durdurmaya veya sınırlamaya çalıştı. Çekoslovakya ve Sovyetler birliği, Temmuz 1968'de Slovak-Sovyet sınırının yakınındaki Cierna Nad Tisou'da yapılacak ikili görüşmelere katılma konusunda anlaştılar.
Toplantıda, Sovyet grubundan Brejnev, Alexei Kosygin, Nikolai Podgorny, Mihail Suslov ve Çekoslovakya grubundan Dubcek, Ludvík Svoboda, Oldrich Cerník, Josef Smrkovsky'i katıldı. Dubcek, varşova paktı ve karşılıklı ekonomik yardımlaşma konseyine bağlılık sözü verirken KSC'nin reformlarını savundu. Ancak KSC liderliği, Dubcek'i destekleyen reformcular (Josef Smrkovsky, Oldrich Cerník, Josef Špacek ve František Kriegel) ile reformlara karşı muhafazakarlar (Drahomír Kolder ve Oldrich Švestka) arasında bölünmüştü. Bu toplantıda brejnev uzlaşmaya karar verdi. KSC temsilcileri, Varşova paktı'na bağlılıklarını tekrar teyit ederek "anti-sosyalist" eğilimleri azaltmaya, Çekoslovak sosyal demokrat partisinin canlanmasını önlemeye çaba sarf etmeye ve daha güçlü bir sansür uygulamasının yeniden uygulanması yönünde söz verdi. Buna karşılık SSCB, askerlerini (haziran 1968'den beri bölgede olan) geri çekmeyi ve 9 eylül parti kongresine izin vermeyi kabul etti.
3 ağustosta, Sovyetler birliği, Doğu Almanya, Polonya halk cumhuriyeti, Macaristan, Bulgaristan ve Çekoslovakya temsilcileri Bratislava'da ‘’bratislava beyannamesini’’ imzaladı.
Beyanname, marksizm-leninizm ve proleter enternasyonalizm arasındaki sarsılmaz sadakati doğruladı ve burjuvazi ideolojisine ve tüm "antisosyalist" güçlere karşı ölümüne bir mücadele ilan etti. Sovyetler birliği, eğer kapitalist sınıfın farklı kesimlerini temsil eden birkaç siyasi partinin çoğulcu bir sistemi olan bir burjuva sistemi kurulduysa, sistemin kurulduğu Varşova paktı ülkesine müdahale edeceğini belirtti. Bratislava konferansının ardından Sovyet askerleri Çekoslovakya topraklarından ayrıldı ancak Çekoslovakya sınırlarında kaldılar.
Dubcek ağır baskı altında, reformlardan vazgeçme sözü vermek zorunda kaldığı bu toplantıdan sonra, yine ayak sürüyerek politika değişikliği konusunu çek komünist partisinin eylül ayında yapacağı kongreye bırakma eğilimi sergiledi. Diğer taraftan, Cierna toplantısı yapılırken Varşova paktının başka temsilcileri de yine Slovakya’da, bu kez bratislava’da toplanıp konuyu kendi açılarından görüşüyor, burada da Antonin Kapek, tıpkı Bil’ak gibi istilacılara davetiye gönderiyordu…
1968 Temmuzunda Sovyetler birliği federal Almanya’nın Sudetenland’ı işgal etmeyi planladığı yolunda kanıtlar bulunduğunu açıklayarak, Çekoslovakya’yı korumak için kızıl ordunun gönderilmesi konusunda izin istedi. Sovyet kuvvetlerinin Prag baharını sona erdirmek için kullanılabileceğinin farkında olan Dubcek bu teklifi geri çevirdi.
Bu dönemde birleşik devletler ve NATO, Çekoslovakya'da gelişmekte olan olaylara büyük ölçüde göz yumdu. Sovyetler birliği bir müttefik kaybedebileceğinden endişe ederken, Amerika Birleşik Devletlerinin komünizm karşısında bir devlet kazanmak için bir isteği de yoktu. Bu olayların yaşandığı sırada birleşik devletler başkanı Lyndon Johnson, ülkenin Vietnam savaşında zaten yer aldığını ve Çekoslovakya'da potansiyel olan çatışmanın çıkması durumunda destek sağlamayacağını belirtti. Ayrıca, Amerikan başkanı Sovyetler birliği ile silah kontrolü antlaşması (salt) yaparak siyasi konumunu da güçlendirmek istiyordu. Dolayısıyla bu anlaşmaya varmak için Moskova'nın istekli olması gerekiyordu ve Çekoslovakya'ya yardım ederek bu imzalanması kesin olan potansiyel antlaşmayı tehlikeye atmak istemiyordu. Bu sebeplerden dolayı, birleşik devletler, prag baharına müdahale etmeyip SSCB'nin istediğini yapması konusunda izin verdi.
İŞGAL BAŞLIYOR
20 Ağustos 1968'te yaklaşık 23.00'da dört Varşova paktı ülkesinden gelen doğu bloku orduları (Sovyetler Birliği, Bulgaristan, Polonya ve Macaristan), Çekoslovakya'yı işgal etti. O gece, 250,000 Varşova paktı askeri ve 2,000 tank ülkeye girdi. İşgal sonunda birliklerin toplam sayısı 500.000'e ulaştı. Romanya ve Arnavutluk ise bu işgalde yer almadı, Arnavutluk bu olaydan sonra Varşova paktından çekildi. Doğu Almanya'nın katılımı işgalden birkaç saat önce iptal edildi. Doğu Almanya ordusunun işgale katılmamasının sebebi, Brejnev'in Almanya'nın katılmasıyla beraber çeklerin Çekoslovakya'nın işgalini hatırlamasıyla beraber çok daha güçlü bir direnç göstereceğini düşünmesidir.
İstila iyi planlanmış ve koordine edilmişti; kara kuvvetleri tarafından yapılan sınır geçişi ile eşzamanlı olarak, sovyet hava kuvvetleri (vdv) Václav Havel Havalimanını (o zamanki adı ruzyne uluslararası havalimanı) işgalin ilk saatlerinde kontrol altına aldı. İlk uçuş 100 tane sivil giyimli ajanı taşıyan uçakla başladı. Hızlı bir şekilde havalimanını kontrol altına aldılar ve büyük uçakların gelmesi için ortamı hazırladılar, Antonov An-12 nakliye uçağı bölgeye ulaştı ve sovyet hava indirme birliklerinin ekipmanlarını (topçular ve hafif tanklar) boşaltmaya başladı. Havalimanındaki operasyon devam ederken tanklar ve motorlu piyade birlikleri, Prag ve diğer büyük merkezlere doğru yola çıktı. İstilacı güçlerin büyük kısmı komünist bloğun diğer ülkeleri tarafından desteklenen kızıl ordu tarafından oluşuyordu. İstilaya katılan diğer varşova paktı ülkeler ise kızıl orduyu desteklemek amacıyla harekata katılmıştı. Örneğin polonya kuvvetlerinin general Florian Siwicki'nin komutasında silesian askeri bölge 2. Ordusuna bağlı 28000 askeri ve tanklarla bu işgal gücünün içerisinde bulunuyordu. İşgalcilere karşı çek ordusu ise direnmedi, çünkü çok fazla kan dökülmesinden çekinen savunma bakanı Dzur ve başbakan Cerník silahlı direniş için hiçbir emir vermemişti. İstila kendi hızıyla ilerleyecek ve kan dökülmeyecekti. Ne var ki, çek halkı sabah saat 04:00’dan itibaren durumdan haberdar oldu ve sabahın ilk saatlerinde, sovyet tankları prag’a girerken on binlerce insan sokakta bu tankları karşıladı. Çek ordusu işgale direnmiyordu. Ancak halk sovyetlerin işgaline direnmeye kararlıydı. Halk işgalci kuvvetlerin askerleriyle konuşmaya çalışıyor ve işgali her şekilde durdurmaya çalışıyordu.
İşgal sırasında KGB ve onunla işbirliği yapan STB görevlilerinin ilk işleri, yanlarında askerler olduğu halde, Dubcek ve hükümet üyelerini tutuklamak, diğer yandan da radyo ve iletişim tesislerini işgal etmek oldu. Parti ve hükümet yetkililerinin tutuklanması kolay oldu. Ama halkın savunduğu radyo binasına girmek için kan dökmek zorunda kaldılar. Yönetimden direnmeme kararı gelmesine rağmen halk direndi. Ağustos ile eylül ayları içerisinde 100 ölü, 800 yaralı verildi. Radyo işgal edildikten sonra gazeteler, sonra da bildirilerle halk gelişmelerden haberdar edildi. Bu arada bütün yol tabelaları ve sokak isimleri söküldü, işgalcilere zorluk çıkartacak her şey yapıldı.
21 ağustos 1968’te sovyetler birliğinin çekoslovakya işgali sırasında çekoslovak radyosunda gazetecilik yapan Ondrej Neff işgalin radyodaki yayınını nasıl yaptığını bir mülakatta şu şekilde anlatmıştır:
“o zamanlar çok gençtim. Çekoslovak radyosunda sadece 2 yıldır çalışıyordum. Radyo istasyonuna çok yakın oturuyordum, yaklaşık 10 dakikalık bir mesafedeydi. Bu yüzden istasyona ilk ulaşanlardandım. 04.00’ü biraz geçiyordu. Uçak sesleriyle uyanmıştım. Çok korkutucu bir sahneydi: karanlık bir gece ve ışıksız uçaklar, üstümüzden geçen kocaman siyah haçlar gibiydiler. İşe vardığımda 10-15 kişi vardı, bir kısmı gece nöbetinde çalışanlardı. Tamamıyla çaresizdik çünkü telekomünikasyon bakanı radyo ve televizyon vericilerini kapatmıştı. Fakat teknisyenler telefon kablolarıyla yayın yapmanın yolunu bir şekilde bulmuşlardı. İşgalin ilk günlerindeki çaresizliğimizi hatırlıyorum. Geleceğim yok olmuş gibi hissetmiştim. Ama tabi ki umut en son kaybolan şey, bir şekilde siyasi liderlerimizin (bir kısmı kaçırılmış bazıları da Moskova’ya götürülmüştü.) Ruslardan kurtulabileceğini düşünüyorduk. Fakat hiçbirimizin gerçekte öyle bir hayali yoktu. Dubcek, stalin tipinde bir diktatör olan sovyet lideri Leonid Brejnev’e karşı durabilecek kadar güçlü değildi. Gördüğüm bir rus askerin yüzünü hala çok net hatırlıyorum. Kocaman bir makineli tüfek taşıyordu. Stalingrad savaşı hakkında bir filmden fırlamış gibiydi. Çok kirliydi ve yüzü ter içindeydi. Çok absürt, çok saçma bir durumdu. Onunla konuşmaya çalıştım ama anlamsızdı, benimle konuşmadı. Daha sonra da başka askerlerle konuşmaya çalışsam da işe yaramadı. Tamamıyla beyinleri yıkanmıştı. Bizi 3. Dünya savaşının eşiğinden döndürdüklerine inanıyorlardı. Çekoslovak radyosunun vinohradska caddesinde bulunan merkez binasından yaptığımız radyo yayınını bir süre sürdürdük. Daha sonra 2 km uzaklıktaki askeri yayın stüdyosuna taşınmak zorunda kaldık. Orada ruslar gelip bizi kovana kadar 24 saat yayın yapabildik. Sonunda 1960'lı yıllarda italyan komünistler tarafından kullanılan gizli bir istasyonda çalışmaya başladık. Eylül ayının ortalarına kadar buradan yayın yaptık. Her şey yatışınca da kendi binamıza döndük. 1968 ağustos’u benim ve benim kuşağımın hayatındaki en önemli dönemlerden biriydi. Çünkü hepimizin hayatını değiştirdi; bazılarımızınkini iyi yönde bazılarımızınkini ise kötü yönde etkiledi. Hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Görsel ve duygusal anılar başka bir şey, politik yansımaları ise başka. Ben, gelecek bu olayın önemini yargılayacak diye düşünüyorum çünkü bence ağustos 1968’de komünizm politik ve ideolojik bir hareket olarak ahlaki değerini yitirdi.”
İşgalin yaşandığı gece, kanada, Danimarka, Fransa, Paraguay, Birleşik Krallık ve Birleşik Devletler, birleşmiş milletler güvenlik konseyinde toplantı yaptı. O gün öğleden sonra, konsey, Çekoslovak büyükelçisi Jan Muzik'in işgali kınadığını duymak için bir araya geldi. Sovyet büyükelçisi Jacob Malik, varşova paktı eylemlerinin "antisosyal güçlere" karşı "kardeş yardımı" konusundaki kararlarını ısrarla vurguladı. Ertesi gün, birkaç ülke müdahaleyi kınayan bir bildirge yayınladı ve Varşova paktının derhal geri çekilmesi için çağrıda bulundu. Abd büyükelçisi George Ball,
"sovyetler birliği'nin çekoslovakya'ya sağladığı kardeş yardımları habil ve kabil ile aynı türdedir" açıklamasını yaptı.
Ball, sovyet delegelerini, işgal tamamlanıncaya kadar oylamayı ertelemekle suçladı. Malik, abd'nin Latin Amerika hammaddelerini sömürmesinin çek emtia ticareti istatistiklerini etkilemesi üzerine konuşmalarına devam etti. Sonunda bir oylama yapıldı. On üye bu hareketi destekledi; Cezayir, Hindistan ve Pakistan çekimser; SSCB (veto yetkisine sahip) ve Macaristan buna karşıydı. Kanada delegeleri birleşmiş milletler temsilcisinin prag'a gitmesini ve tutuklu çekoslovak liderlerinin serbest bırakılmasını isteyen bir başka önergeyi derhal başlattı. Malik, batılı ülkeleri ikiyüzlülükle suçlayarak "kim Vietnam'daki tarlaları, köyleri ve şehirleri kana boğdu" diye sordu. 26 Ağustos'a kadar bir başka oy kullanılmadı ancak yeni atanan Çekoslavakyalı temsilci, konunun güvenlik konseyinin gündeminden çıkarılmasını istedi.
Abd birleşmiş milletler'de varşova paktının saldırganlığının haklı olmadığına ısrar etse de, konumu kendi eylemleri tarafından çürütülüyordu. Sadece üç yıl önce, abd'nin bm temsilcileri, operation power pack'in bir parçası olarak Dominik Cumhuriyetinde iktidarda olan sol hükümetin devrilmesinin, bm müdahalesi olmadan amerikan devletleri örgütü (oas) tarafından çözülmesi gereken bir konu olduğunu belirtmişti. Bu eylem neticesinde; abd'nin meşru müdafaa hakkını kullandığı kabul edilerek kınama kabul edilmemişti. Amerika'nın aynı şekilde vietnam savaşı konusundaki tutumu, birleşmiş milletler genel sekreteri Thant'ın karşılaştırma yapmasına olanak sağladı ve kurula şöyle bir öneri sundu:
"Ruslar Çekoslovakya köylerini bombalıyor ve harap ediyorsa abd bunu daha sesli kınayabilir."
Ancak abd'de sütten çıkmış ak kaşık olmadığı için ruslara karşı ileri bir adım atmamayı seçti. Ayrıca amerikan yönetimi Çekoslavakya’nın içinde bulunduğu durumdan dolayı bir 3. Dünya savaşı çıkartmak gibi bir niyeti de yoktu. Dolayısıyla Sovyetler ve müttefiklerinin gerçekleştirdiği bu eylemlere karşı hem amerika hemde batı avrupa devletleri göz yummak durumunda kaldılar.
Halk direnirken prag’da iki önemli gelişme oluyordu. Bunlardan birincisi 21 ağustos sabahı Dubcek, Svoboda, Cerník ve Dzur’un diğer bazı reformist liderlerle birlikte Moskova’ya kaçırılmalarıydı. Devlet başkanı general Svoboda da hemen arkalarından Moskova'ya gitti. Kendilerine tehdit ve baskılarla bir anlaşma imza ettirildi. Çekoslovak liderleri bu anlaşmayı imza etmek istemediler. O zaman, Sovyetler birliği komünist partisi liderlerinden Boris Ponomarev kendilerine şunları söyledi:
"bunu bugün imzalamazsanız bir hafta içinde imzalarsınız. Bir hafta içinde imzalamazsanız iki hafta içinde imzalarsınız. İki hafta da olmazsa bir ay içinde imzalarsınız... Fakat sonunda imzalayacaksınız."
Aslında Ponomarev'in demek istediği şuydu, Çekoslovak liderleri bu anlaşmayı imzalayıncaya kadar Moskova'da kalacaklardı. Bu durum karşısında imzalamaktan başka çare görmediler. İşgal sırasında Moskova'da bulunan İspanyol komünist partisi liderleri Santiago Carillo ile Dolores Ibarruri bu işgali protesto ettikleri zaman da, sovyet liderlerinden suslov kendilerine şu cevabı vermişti:
"unutmayınız ki, siz sadece küçük bir partisiniz". Sovyetler bu derece kararlı idiler.
Moskova'da imza ettirilen anlaşma bir bildiri ile açıklandı. Bu bildiri ile Çekoslovaklar tamamen geriliyorlar ve "sosyalist birliği"ni ön plana alıyorlardı. 27 ağustos günü moskova'dan dönen Dubcek ve Svoboda halka hitaben yaptıkları konuşmalarda halkı yatıştırmaya çalıştılar. Nitekim, bir Macaristan hadisesi Çekoslovakya'da tekrar edilmedi. Fakat ne var ki, eylül ayının başından itibaren basın hürriyetine yeniden konulan kısıtlamalarla, ocak ayında başlayan hürriyetçi dönem tekrar geriye gitmeye başladı. Ocak ayında başlayıp ağustos ayında sona eren ve "prag baharı" olarak isimlendirilen demokratik dönem artık sona ermişti. Kaçırılan liderler ülkeye döndükten sonra muhafazakarlar Svoboda'dan bir "acil durum hükümeti" kurmalarını istedi. Ancak oylamada Svoboda çoğunluğu kazanamadığı için hükümet kurulamadı. Günlerce süren müzakerelerden sonra, çekoslovak heyetinin bir üyesi hariç (František Kriegel) tüm üyeleri (başta sekreter Dubcek, başbakan Cerník ve ulusal meclis başkanı Smrkovskı) "moskova protokolü"nü kabul etti ve imzaladılar. Protokol, muhalefet gruplarının bastırılmasını, sansürün tam olarak geri alınmasını ve belirli reformist yetkililerin görevden alınmasını talep etti. Ama niçin? Bunun yanıtını almak için işgalcilerin planına bir göz atmamız gerek…
İşgalcilerin planı, işbirlikçilerini meşru bir zeminde iktidara oturtup durumu kontrol altına almaktı. Ne var ki böyle bir zemin yaratamadılar. Parti kongresi işbirlikçi rejimi kabul etmek bir yana, tam tersi bir karar aldı. Çekoslovakya’da karşı devrim olmadığı; ülkenin işgal kuvvetleri ve hainler hükümetini kabul etmeyeceği yönündeki bu karar, bildiri şeklinde basılarak ve gazetelerde yayınlanarak derhal tüm halka duyuruldu. Çekoslovakya komünist partisinin resmi yayın organı olan Rude Pravo gazetesi 27 ağustos’ta işgalcilere şöyle sesleniyordu:
‘’boşuna yoldaşlar, iyi kalpli olabilirsiniz ama buraya işgalciler olarak geldiniz. Ülkemizin topraklarını kirlettiniz. Evlatlarımız sizden nefret ediyor ve edecekler de. Ve biz babalarsa, düşkün ve iktidarsız ama onurumuzu yitirmeden seyrediyoruz. Bu saldırıyı da atlatacağız, ihanetin ve alçaklığın bizi aşağılamasının üstesinden geleceğiz. Eğer yüreklerimizden “sevgi” ve “barış” sözcüklerini söküp atmak zorunda kalıyorsak bunun suçunu kendinizde arayın. Sizler haysiyetsiz işgalcilerisiniz.’’
bu durumda, işbirlikçilerin ülkeyi yönetme şansı olmayacağı açıktı. İşte bu nedenle, uçak ve trenlerde itile kakıla moskova’ya götürülen Dubcek ve arkadaşlarına yapılan muamele, orada, birden değişmişti. Tabii ki baskı altında kaldılar; ama bir süre sonra ülkeye iade edildiler. Halkın işgale karşı kesin direnişi onları bir süre daha yönetimde tuttu.
Çekoslovak liderleri Dubcek, Svoboda ve Cerník ile slovakya komünist partisi birinci sekreteri Gustav Husak, ekim başında tekrar moskova'ya çağrıldılar. 4 ekimde Çekoslovakya ile Sovyet Rusya arasında yeni bir anlaşma imzalandı. 15 maddelik bu anlaşmaya göre, Çekoslovakya, 26 ağustos tarihli Moskova anlaşmasını aynen tatbik etmeyi, komünist partisi'nin öncü rolünü arttırmayı, "anti-sosyalist" unsurlarla mücadele gayretlerini hızlandırmayı, parti ve devlet organlarını marksizm leninizme ve proleter enternasyonalizmine sımsıkı bağlı insanlarla doldurmayı taahhüt ediyordu. Yine bu anlaşma, Çekoslovakya'daki sovyet kuvvetlerinin "geçici" olarak bu ülkede kalmasını öngörüyordu. Diğer sosyalist ülkelerin kuvvetleri ise tedricen çekilecekti. Örneğin macar birlikleri 31 ekim'de ülkedeki birliklerini çekmeye başlamıştı. Sovyetleri böyle bir anlaşmayı Çekoslovakya’ya imza ettirerek durumu sağlama bağlamaya sevk eden sebep, dış dünyanın tepkileri idi. Batı dünyası ve NATO Çekoslovakya'nın Sovyetler tarafından işgalinden büyük endişe duyduğu aşikardı. Hadisenin insan haklarına, milletlerarası hukuk'un ve birleşmiş milletler antlaşmasının ve hatta barış içinde bir arada yaşamanın temel prensiplerine aykırılığı bir yana, Çekoslovakya’ya 600.000 kişilik bir kuvvetin yığılması yeni bir Sovyet tehdidinin ortaya çıkması demekti. Bu sebeple nato, kendisini askeri bakımdan güçlendirme tedbirlerini gevşetmemeye karar verecekti.
Çek halkının direnişi ise işgalden sonra da devam etti. 16 ocak 1969’da Jan Palach, Wenceslas meydanında kendisini yakarak sovyet işgalini protesto etti. Bu olay bütün dünyada yankılandı. Nihayet işgal güçleri 17 nisan 1969’da Dubcek’i görevden alarak yerine kendi kuklaları olan Gustav Husak’ı getirdiler. Ertesi yıl partiden de ihraç edilen Dubcek tam 18 yıl boyunca Slovakya’da bir kereste fabrikasında çalışmak zorunda kaldı. Bu arada komünist partisinin yönetimine de işbirlikçilerini tayin ederek eylül 1969’da merkez komitesine reformları iptal ettiren bir karar çıkartabildiler. Ama tüm bunlar boşunaydı: doğu avrupa’nın bürokratik diktatörlükleri, 20 yıl sonra birbiri ardına ve önlenemez bir biçimde çökmeye başlayacaktı. Alexander Dubcek’de 1992’de şüpheli olduğu ileri sürülen bir trafik kazasında ölmeden önce, 1991’de son sovyet askerinin ülkesini terk ettiğini görecekti.
İşgal, ayrıca bir göç dalgasının başlamasına da neden olmuştu. Bu göç dalgasında ise genel anlamda eğitim almış insanlar göç etti. (tahminler: 70,000 anında, 300,000 toplamda). Batı ülkeleri ise bu kişilerin ülkelerine zorluk çıkarmadan göç etmesine izin verdi. Çekoslavakya'da kurulan yeni komünist hükümet ise doğu bloğundaki en baskıcı yönetimlerden biri haline gelecekti. 1969 sonları 1970 başlarındaki siyasi tasfiyeler sırasında binlerce kişi işinden atıldı ve işsiz olmak yasadışı olduğu için ülkenin entelektüel seçkinlerinin çoğu sonraki yirmi yılı pencere ve yer temizleyerek, kalorifer kazanı yakarak, sebze veya gazete satarak geçirdi.
İŞGAL LEGAL Mİ? İLLEGAL Mİ?
Dubcek rejimi, varşova paktının asker hareketlerine rağmen potansiyel bir istilayı önlemek için herhangi bir adım atmamıştır. Çekoslovak liderler Cierna Nad Tisou zirvesinin iki taraf arasındaki sorunları düzelttiğine inandığından Sovyetler birliği ve müttefiklerinin istila etmeyeceğine inanıyordu. Hem reformlar için verilen destekten dolayı hem de uluslararası siyasi ayaklanmalardan dolayı, herhangi bir istilanın çok pahalıya mal olacağına inandılar. Çekoslovakya böyle bir istilanın bedelini, uluslararası desteğin artırılması, yolların engellenmesi ve havaalanları'nın güvenliğinin artırılması gibi askeri hazırlıklar yapılması yoluyla yükseltmiş olabilir. İstila edildiğinde gece olmasına rağmen, Çekoslovak temsilciliği, varşova paktı birliklerinin sınırı SSCB hükümetinin bilgisi olmaksızın geçtiğini iddia ettiler. İddia edilen şekliyle Çekoslovak partisi ve devlet liderleri, Sovyetler'den silahlı kuvvetlerde dahil olmak üzere acil yardım talep eden imzasız bir talep bastırdı. 14. KSC parti kongresinde (müdahalenin hemen ardından gizlice gerçekleştirilen), liderliğin hiçbir üyesinin müdahaleyi davet etmediği vurgulanmıştır. O sırada, bir dizi yorumcu mektubun sahte veya var olmamış olduğuna inanıyordu. Ayrıca 1990'ların başlarında, Rusya hükümeti, yeni Çekoslovakya cumhurbaşkanı Václav Havel'a Sovyet yetkililerine hitaben ve KSC üyeleri Vasil Bilak, Švestka, Kolder, Indra ve Kapek tarafından imzalanmış davet mektubunun bir kopyasını verdi. "sağcı" medyanın "milliyetçilik dalgasını ve şovenizmi teşvik ettiğini" ve anti-komünist ve anti-sovyet psikoza yol açtığını iddia etti. Mektupta resmi olarak karşı devrim tehlikesine karşı sovyetler birliğinden yardım talebi yazıyordu. 1992 yılındaki izvestiya makalesinde, adalet presidyum üyesi Antonin Kapek'in Leonid Brejnev'e temmuz ayı sonlarında sovyet-çekoslovak Cierna Nad Tisou görüşmelerinde yardım çağrısında bulunan bir mektup verdiğini iddia etti. KGB istasyon şefi tarafından, ukraynalı parti genel başkanı Petro Shelest'e bratislava konferansında ikinci bir mektup gönderildiği tahmin ediliyor. Bu mektup, yukarıda bahsedilen kapek mektubu ile aynı kişiler tarafından imzalandığı da iddialar arasında.
DUBRIC'E KARŞI YAPILAN DARBE PLANI
aslında istiladan çok daha önce Dubcek’e karşı darbe planlanmıştı. Sovyet elçiliğinde ve Orlík barajındaki parti rekreasyon merkezinde, Indra, Kolder ve Bilak tarafından darbenin temelleri atılmıştı. Bu grup presidyum'un çoğunluğunu ikna etmeyi başardıklarında (11 oyun 6'sını aldılar) Alexander Dubcek'in reformistlerine karşı savaşmak için SSCB'den bir askeri istila başlatmasını istediler. SSCB liderliği, 26 ağustos slovak parti kongresine kadar istilayı bekletmeyi düşünüyordu. Ancak çekoslovak komplocular, istilanın özellikle ayın yirmisinde ve geceleyin olmasını talep etti. Bu plan düşünüldüğünde, 16 ile 17 ağustos tarihleri arasında politbüro'da yapılan toplantıda bir karar alındı:
"askeri güç kullanarak komünist partiye ve Çekoslovakya halkına yardım sağlama..." cümlesi dikkat çekicidir.
18 ağustos tarihinde Varşova paktı toplantısında Brejnev, müdahalenin 20 ağustos gecesi başlayacağını ve Bulgaristan, doğu Almanya, Macaristan ve Polonya'nın ulusal liderlerinden "kardeşçe destek" istediğini açıkladı.
Ancak darbe planlandığı gibi gitmedi. Kolder, toplantı öncesinde Kašpar raporunu gözden geçirmeyi planladı ancak Dubcek ve Špacek, Kolder'den şüphelendi ve gündemi değiştirdi. Böylece, yaklaşmakta olan 14. Parti kongresinde son reformlar, Kašpar'ın raporuyla ilgili herhangi bir tartışmadan önce ele alınabildi. Kongre üzerine tartışmalar devam etti ve komplocular güvenoyu talep etme şansına ulaşmadan önce istilanın haberi cumhurbaşkanlığına ulaştı. Çekoslovakya'nın Macaristan büyükelçisi Jozef Púcik'e Sovyet birliklerinin gece yarısı sınırı aşmasına yaklaşık altı saat kala isimsiz bir uyarı iletildi. Haber geldiğinde, muhafazakar koalisyonun dayanışması çöktü. Başkanlık, istilayı kınayan bir deklarasyon önerdiğinde, komplonun iki ana üyesi olan Jan Pillar ve František Barbírek, taraflarını Dubcek'i destekleyecek şekilde değiştirdi. Bununla birlikte, işgal aleyhine olan beyan yediye dört çoğunluk ile kazanıldı.
İŞGAL SONRASI GELİŞMELER
Çekoslovakya'nın işgali komünist dünyasını da bölmüştür. Yugoslavya, Romanya ve Arnavutluk dahil 18 komünist partisi işgalden ötürü Sovyet Rusyayı eleştirmekten geri kalmamıştır. Bilhassa İtalyan komünist partisi Moskova'ya en şiddetli tenkitleri yöneltti. Buna karşılık, Varşova paktı dışında, batı Berlin ve Batı Almanya komünist partileri, Lüksemburg, Portekiz, Kıbrıs (AKEL) komünist partileri ile Türkiye komünist partisi Moskova'yı desteklemiştir. Çekoslovakya'nın Sovyet Rusya tarafından işgali ise, Yunanistan komünist partisini ikiye böldü. "iç" komünistler Moskova'yı kınarken, "dış" komünistler Moskova'yı desteklediler. Çekoslovakya'nın işgali milletlerarası komünizm hareketini böldüğü gibi, Sovyet Rusya'nın prestiji için de ağır bir darbe teşkil etmiştir. Bilhassa bağlantısız üçüncü dünya ülkeleri nezdinde Sovyetlerin mühim prestij kaybına uğradıkları bir gerçektir. Bununla beraber, bu durumun Sovyetler üzerinde pek de fazla bir tesir yaptığı söylenemez. Onlar için mühim olan, sosyalist blokun bütünlüğünün korunması ve bu bütünlüğün Moskova'nın kontrolü altında bulunması idi. Bu amaçla, işgalden birkaç ay sonra Sovyetler Brejnev Doktrini'ni ortaya attılar. Brejnev doktrini, Çekoslovakya'nın işgalinin bir mazereti olduğu kadar, sosyalist blokun diğer üyelerine ilerisi için bir uyarma mahiyetinde idi.
Brejnev Doktrini'nin ilk işaretlerini 26 eylül 1968 günlük Pravda'da yayınlanan bir makale vermiştir. Bu makalede, Çekoslovakya'yı işgal eden yabancı kuvvetlerin,
"Çekoslovakya halklarının selfdeterminasyon ilkesi için mücadele verdikleri, kanunların ve hukuk kurallarının sınıf mücadelesi kanunlarına tabi olduğu, her sosyalist ülkenin egemenliğinin, dünya sosyalizminin ve dünya ihtilalci hareketinin menfaatlerine aykırı olamayacağı" yazılıyordu.
Görüldüğü gibi makale sosyalist ülkeler için yeni bir egemenlik kavramı getirmekteydi. Sovyet lideri Brejnev ise, Polonya komünist partisinin 5'inci kongresinde, 12 kasım 1968 günü yaptığı konuşmada, Brejnev doktrini adını alacak olan bu yeni egemenlik kavramını, şu sözleriyle daha açık bir hale getiriyordu:
"gayet iyi bilinmektedir ki, sosyalizmi inşa etmenin müşterek tabii kanunları vardır ve bu kanunlardan sapma, sosyalizmden de sapma neticesini verir. Ve sosyalizme karşı olan iç ve dış kuvvetler, belirli bir sosyalist ülkenin gelişmelerini, kapitalist sistemin tesisi istikametine döndürmeye çalışırsa, bir ülkede sosyalizm davasına yönelik bir tehlike ortaya çıkarsa, -ki bu aynı zamanda bir bütün olarak sosyalist milletler topluluğunun güvenliğine de yönelik bir tehlikedir- bu artık sadece o ülkenin bir meselesi değil, bütün sosyalist ülkeleri ilgilendiren ortak bir mesele olur."
Görüldüğü üzere, Brejnev'e göre, bir sosyalist ülkenin iç gelişmeleri sadece o ülkeye ait bir mesele değil, bütün sosyalist ülkeleri ilgilendiren ve dolayısıyla diğer ülkelere müdahale hakkı veren bir mesele idi. Tabiatıyla burada ortaya bir başka mesele çıkıyordu? Bir sosyalist ülkedeki gelişmelerin sosyalizmden bir sapma olduğuna ve ayrıca bütün "sosyalist ülkeler topluluğu" (socialist commonwealh) için tehlike teşkil ettiğine kim karar verecekti? Brejnev bu hususta bir şey söylemiyordu. Lakin Çekoslovakya'nın işgali, bu hususlara ancak Sovyet Rusya'nın karar vereceğini göstermişti.
Diğer taraftan, Brejnev "sosyalist ülke" kavramına da açıklık getirmemişti. Bununla kastedilen sadece Varşova paktı üyeleri mi idi? Yoksa Yugoslavya, Küba, Arnavutluk ve Çin gibi gerçekten sosyalist ülkelerle, Mısır ve Cezayir gibi kendilerini "sosyalist" sayan ülkeler de, Brejnev'in bu "sosyalizmde sınırlı egemenlik"" kavramına dahil mi idi?
Brejnev doktrini, Sovyet Rusya'nın gerek sosyalist blok, gerek milletlerarası komünizm üzerindeki kontrolu pekiştirmek için ortaya atılmış olmakla beraber, hemen tamamen aksi netice verdi. Çünkü, 5-17 haziran 1969 da Moskova'da yapılan üçüncü komünist partiler konferansını 17 komünist partisi boykot ettiği gibi, konferansın sonunda alınan kararları, katılanlardan bazıları büyük kısmı ile imzalamadılar ve bir kısım komünist partileri de ancak bazı ihtirazı kayıtlarla (çekince) imzaladılar. Bundan da mühimi, 1970'lerin başından itibaren, öncülüğünü İtalyan ve İspanyol komünist partilerinin yaptığı ve Moskova'dan bağımsız bir "avrupa komünizmi" (eurocommunism) hareketinin ortaya çıkmasıdır. Bu gelişmelerle birlikte 1990 yılının başlarına kadar komünizm kör topal yaşamını sürdürmüştür.
1989 yılı Avrupa’da domino etkisiyle birbirini izleyen devrimlere sahne oldu. İlk hareketlenme Polonyadaydı. 1980 yılında kurulduktan bir yıl kadar sonra kapatılan Lech Walesa önderliğindeki bağımsız dayanışma sendikası nisan 1989’da yeniden yasallaştı ve 4 Haziran 1989 parlamento seçimlerine katılma hakkını elde etti. Senato’daki 100 sandalyeden 99’unu kazanan dayanışma partisi Eylül 1989’da hükümeti kurdu. Bu, doğu Avrupa’daki ilk komünist olmayan hükümetti. Polonya’yı Macaristan izledi. Ekim 1989’da komünist partisi son kongresini düzenledi ve Macaristan sosyalist partisine dönüştü. Öte yandan parlamento 16 ile 20 Ekim 1989 tarihleri arasındaki oturumlarda çok partili parlamenter seçimleri sağlayan yasa değişikliğini kabul etti. 9 Kasım günü bütün dünya büyük bir şaşkınlık içerisinde tarihi bir olaya tanıklık etti. O gün, doğu Almanya’dan Batı’ya kaçmak isteyen Almanların önünün kesilmesi artık mümkün olamayınca Berlin Duvarı yıkıldı. Bundan bir gün sonra, 10 Kasım 1989’da Bulgaristan’ın aşırı Sovyet yanlısı komünist lideri Todor Zhivkov görevinden uzaklaştırıldı. Daha sonra Şubat 1990’da ise komünist partisi iktidardan çekilecek ve dört ay kadar sonra ise 1931 yılından beri ilk kez serbest seçimler yapılacaktı.
Çekoslovakya’da komünizmden demokrasiye geçişin yaşandığı Kadife Devrim böylesi bir ortamda 17 Kasım’da başladı ve 29 Aralık’ta sona erdi. 17 Kasım günü, 2. Dünya savaşında nazi işgali sırasında nazi karşıtı bir gösteri sırasında naziler tarafından öldürülen Jan Opletal’in anıldığı dünya öğrenciler günü için toplanan 15.000 kadar öğrenci, yürüyüşün resmen bitmesine rağmen komünizm karşıtı sloganlar ve afişler eşliğinde yürüyüşe devam ettiler. Narodni caddesinde polis öğrencilerin yolunu kesti ve zor kullanarak öğrencileri dağıttı. Bu ilk kıvılcımı grevler ve katılımı artan gösteriler izledi.
19 Kasım günü Vaclav Havel gibi önde gelen muhalif gruplar tarafından yurttaşlık forumu oluşturuldu. 20 Kasım’da yarım milyona yakın gösterici sokaklara döküldü. Bir gün önce bu sayı 200,000 kişiydi. 27 Kasım’da bütün Çekoslovakya yurttaşlarının katıldığı iki saatlik bir genel grev yapıldı. Bundan sonra Prag’ın Wenceles meydanında ve Bratislava’da hemen her gün gösteriler düzenlenmeye başladı. 28 Kasım’da Çekoslovakya komünist partisi yenildiğini sezdi ve siyasi iktidar üzerindeki tekelini kaldırmayı kabul etti. 10 Aralık’ta komünist devlet başkanı Gustav Husak, Çekoslovakya’da 1948 yılından beri ilk büyük ölçüde komünist olmayan hükümeti atadı ve görevinden çekildi. Alexander Dubcek 28 Aralık’ta federal meclisin sözcülüğüne seçildi ve Vaclav Havel 29 aralık 1989’da özgür Çekoslovakya’nın ilk devlet başkanı seçildi. Havel’in devlet başkanı seçilmesiyle kadife devrim sona erdi ve Haziran 1990’da, 1946 yılından beri yapılan ilk demokratik seçimler sonrasında komünist olmayan bir hükümet kuruldu.
İŞGALCİLERİN ÖZRÜ
Çekoslovakya'nın işgaline katılanlar arasında ilk özür dileyen ise 11 ağustos 1989 tarihinde Macaristan oldu. Macar sosyalist işçi partisi, Çekoslovakya'yı istila etme konusunda yanlış karar vermeleriyle ilgili görüşlerini kamuya açıkladı. 1989'da, askeri müdahalenin 21. Yıldönümünde bulunan Polonya ulusal meclisi, silahlı müdahaleyi kınayan bir kararı kabul etti. Bir diğer özür, 1 Aralık 1989'da doğu Almanya halk meclisi tarafından kabul edildi ve askeri müdahaleye katılımlarından ötürü Çekoslovakyalılardan özür diledi. 2 Aralık 1989'da Bulgaristan'dan da bir özür geldi.
4 Aralık 1989'da Mihail Gorbaçov ve diğer Varşova pakt liderleri, 1968 istilasının bir hata olduğuna dair bildiri Hazırladılar. Sovyet haber ajansı, Tass ajansına yapılan açıklamada birliklerin gönderilmesinin "Çekoslovakya'nın içişlerine müdahale" edildiği ve kınanması gerektiğini söylendi.
İşgalin ana gücünü oluşturan Sovyet hükümeti 1968 eyleminin "dengesiz, yetersiz bir yaklaşım, dost ülkenin işlerine müdahale" olduğunu söyledi. Bu onay, muhtemelen 1989'da doğu Almanya, Çekoslovakya, Polonya ve Romanya'daki komünist hükümetleri deviren halk devrimlerini teşvik etmeye yardımcı oldu ve böylesi bir ayaklanma meydana gelinceye kadar benzer Sovyet müdahalelerinin tekrarlanmayacağının güvencesini sağladı.
İstila, yeni Rusya tarafından cumhurbaşkanı Boris Yeltsin tarafından da kınandı. Yeltsin 1993 senesinde çek cumhuriyetini ziyareti sırasında
"bunu bir saldırganlık olarak, egemen ve ayakta duran bir devletin içişlerine karışan bir saldırı olarak görüyor ve kınıyoruz." şeklinde bir beyanat verdi.
1 Mart 2006'da Prag'daki bir ziyaretinde Vladimir Putin, işgalin ahlaki sorumluluğunu üstlendi ve Boris Yeltsin'e atıfta bulundu. Saldırganlık eylemi olarak:
"başkan Yeltsin 1993'te çek cumhuriyeti ziyaret ederken sadece kendisi için konuşmadı, Rusya federasyonu ve Rus halkı için de konuşuyordu. Bugün, daha önce imzalanan tüm sözleşmelere saygı duymakla kalmayıp 1990'lı yılların başında yapılan tüm değerlendirmeleri de paylaşıyoruz... Ama dürüstlükle söylemeliyiz, elbette hiçbir yasal sorumluluk kabul etmiyoruz. Ancak elbette ahlaki sorumluluğu kabul ediyoruz."
23 Mayıs 2015'te Rus devlet kanalı rusya-1, işgali NATO darbesine karşı koruma olarak sunan bir belgesel olan "Varşova paktı: gizli sayfalar"' ismi altında yayınladı. Slovakya dışişleri bakanlığı, filmin "tarihi yeniden yazmaya ve tarihin karanlık gerçeğini değiştirmeye çalıştığını" söyledi. Slovak ulusal konseyinin başkanı olan František Šebej:
"bu belgesel, NATO ve faşizmin istilasını önlemeye yönelik kardeşçe bir yardım olarak gösterilmiştir, ama bu Rus propaganası, demokrasiye, özgürlüğe ve elbette bize karşı yapılmıştır." şeklinde açıklama yaptı.
Çek cumhurbaşkanı, "Rus televizyonunun yalan söylendiğini ve bunun sadece bir gazetecilik yalanı olduğunu" söyledi.
Çek dışişleri bakanı Lubomír Zaorálek, filmin gerçekleri, "büyük oranda bozduğunu" söyledi. En önemli rus gazetelerinden gazeta.ru, belgeseli Rusya'ya zarar veren taraflı ve revizyonist bir belgesel olarak nitelendirdi.
SONUÇ
görünen o ki Macar "milli" hareketi gibi, çeklerin "insancıl komünizm" hareketi de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Çünkü, Romanya'nın bağımsızlık politikasında Romen komünist partisinin kendi içindeki dayanışması, büyük bir başarı faktörü iken, çek komünist partisinin kendi içinde bölünmesi ve iç mücadele, "insancıl komünizm" hareketinin altındaki zemini zayıflatmış ve bu da sovyet Rusya'nın işini kolaylaştırmıştır.
Prag baharı adıyla anılan ve bir sürecin siyasal, ekonomik ve toplumsal şekillenmesinin yol açtığı gelişmeler, resmi sosyalizmin, marksizmi içine düşürdüğü bunalımın bir kez daha dışa vurulduğu anlardan biriydi. Sosyalizmin sorunlarına fikri düzeyin ötesinde, fiilen işçi ve tüm çalışan kitleler tarafından sokaklarda, fabrikalarda ve tüm üretim birimlerinde ortaya konulduğu ölçüde çözümlerin arandığı bir dönemdi bu. Prag baharı, bürokratik sistemlerin sorunlarının açığa çıkması açısından, tarihsel süreçteki önemli bir örneği oluşturdu.
Ne var ki varşova paktı’nın çekoslovakya’yı işgaliyle “dünya komünist hareketi” kavramının bir efsaneden ibaret olduğu giderek ortaya çıkıyordu. Uzun zamandır moskova ile çatışma halinde olan çin, yugoslavya ve arnavutluk, bunun geçici bir anlaşmazlık olmadığını ilan ediyorlar ve sovyetler birliği ile uzlaşma köprülerini atıyorlardı. Keza, kuzey kore ve bir ölçüye kadar da küba, farklı yollardan ilerlemeye başlıyorlar ve moskova ile uydu devletleri çekoslovakya’nın işgali sonrasında yalnız kalıyorlardı.
Son düzenleme: