Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Neler yeni

One Piece: Mercan Tahtın Türküsü

Timeskip sırasında geçen ve aynı yetimhane yetişmiş 20'li yaşlarda bir kaç arkadaşın başından geçen bir macerayı anlatan hikaye serisidir.

Yeni Dünya, Akakinoko adası yakınları...

Gece oldukça bulutsuz, Deniz ise dalgalıydı. Hiddetle gece karanlığına saldırırcasına yumruklarını havaya savuşturuyor, dalgalar dolunaya dokunmaya çalışır gibi yükselip birbirlerine çarparak dağılıyorlardı. Dalgaların arasında yolunu bulmaya çalışan bir denizci gemisi bir sağa bir sola yatarak ilerlerken geminin gövdesini döven dalgalardan taşan sular güverteye dökülmeye başladı. Denizci askerleri koşuştururken iki denizci kaptanı güvertenin önlerine doğru sessizce yürümeye başlamışlardı. Omuzlarından dökülen denizci apoletli beyaz paltolarının altında renkli ceketleri ve çizgili pantolonları vardı. İlki siyah kumaş üzerine beyaz çizgileri olan dar kesim bir takıma sahipti. Düğmeleri iliklenmemiş ceketinin altında siyah renkli bir yelek giymişti. Belinde siyah kınında taşıdığı bir katanası vardı. Diğeri ise bej renkli bir pantolon ve ceket giymişti ceketin altında beyaz bir gömlek gözüküyordu.

Pruvanın önüne kadar geldiklerinde Geminin trabzanların oturup ıslanmış ayakkabılarını ve çoraplarını çıkarttı. Paltosunu bir bacağının üzerine katlayıp ceketini çıkartmaya çalışırken arkadaşının kendisine delirmiş gibi baktığını farketti. "Gece gece iş çıkartacaksın başımıza. Seni böyle görmeseler iyi olur. Akihito-San'ın kulağına giderse ağzına sıçar. Kime diyorum ben? Hanabe!" Bu sırada Hanabe ceketini çıkartmış ve altındaki kısa kollu beyaz gömleği pantolonundan dışarı sarkar halde yalınayak kalmıştı. Çenesine kadar inen dağınık kumral saçları ile bir denizci kaptanından çok serseriye benziyordu artık. Beyaz paltosunu üstüne giyerken cevap verdi: "Korsanların ayak işlerini yaparken kıyafet düzenlemesine uymadığım için disiplin cezası alacağımızı sanmıyorum. Akihito'nun yaptıklarını Karargah duysaydı ne olurdu sence?" Hanabe her zaman umursamaz ve dağınık bir adamdı. Yetimhane günlerinden beri beraber yaşayan bu ikilinin başını belaya sokan taraf hep o olmuştu. Hemen yanı başındaki Akira ise her zaman efendi ve kaygılı olan, sorunlara çözüm arayan taraftı. Kendilerini duyacak kadar yakında askerler olup olmadığını kontrol ettikten sonra. "Böyle şeyler söyleme !" Diye çıkıştı. "Zaten pis bir işin içine girdik. Bir de şu denizin haline bak lan. Deniz fenerindeki ihtiyar ne derdi hatırlıyor musun? Böyle bulutsuz havalarda denizin dalgalı olması uğursuzluk demektir. Bu dalgalar normal değil." "Aptal olma Akira, hurafe bunlar... Aslında ihtiyarın söylediği şeylerin yarısı hurafe geri kalan yarısı da dedikoduydu. Sanırım bu ikisi de aynı şeyler zaten. Eğer o herif işe yarar bir şeyler bilseydi bütün ömrünü bir halta yaramadığı için yetimhaneye çevrilmiş bir deniz fenerinde bakıcılık yaparak geçirmezdi." Akira bu laflara bozulup sırtı pruvaya yaslı şekilde güverteye oturdu. "Sen ne dersen de bu dalgalar normal değil." Bir iki saniye cevap alamadıktan sonra Hanabe daha sakin bir ses tonu ile konuşmaya başladı. "Sana gerçekten normal olmayan bir şey göstermemi ister misin ? karşıya bak. İşte bu gerçekten normal değil." Akira oturduğu yerden kalkıp arkadaşının elinden uzattığı dürbünü aldığında hemen önlerinde ay ışığı ile aydınlanan kıpkırmızı bir deniz gördü.

Akakinoko adası kırmızı bir denizin ortasında onları bekliyordu. Dolunayın altında bembeyaz parıldayan ada orta kesimlerine doğru giderek yükseliyordu. Etrafındaki kırmızı denizin dalgaları ve kavun içine yakın bir renkteki köpükleri ile bu dünyaya ait bir yer değilmiş gibi görünüyordu. Akira bir eli dürbünde bir eli ise belindeki kılıcındayken karşısındaki manzaraya hayran kalmıştı. "Yeni dünya insanı şaşırtmaktan hiç bıkmıyor sanırım." Arkasına dönüp güvertedeki suları temizleyen askerlere seslenecekti fakat askerlerin arasından geminin rotacısının geldiğini gördü. Adayı kendilerinden önce görmüş olmalıydı. 40'lı yaşlarda kirli sakallı pek sevecen olmayan,kimsenin sevmediği kaba bir adamdı ama çok iyi bir rotacıydı. Denizci değildi fakat anlaşmalı olarak gemide çalışıyordu. Üzerinde denizcilere ait bir kıyafet yerine sadece siyah tişört, deri bir ceket ve bir kot pantolon vardı. Yanlarına kadar geldikten sonra önce Hanabe'nin çıplak ayaklarına ve kıyafetlerine takıldı gözü sonra Akiradan dürbünü alıp ileriye bir göz attı. Bir iki saniye sonra dürbünü tekrar Akira'ya verip ceketinin cebinden çıkarttığı sigarayı yaktı. İlk nefesini alana kadar havada sadece çakmak sesleri ve dalgaların gürültüsü vardı. Sonra sakin bir ses tonu ile sanki küçük bir çocuğa ders anlatır gibi konuşmaya başladı: "Akakinoko adası sapı denizin altına kadar uzanan devasa bir mantarın şapka kısmından ibarettir. Adayı oluşturan mantar şapkasının büyüklüğü ortalama bir şehir kadardır. Mantarın yaydığı bazı kimyasallar çevresindeki denizin rengini kırmızı hale getirmiş. Adanın yüzey rengi beyazdır, fakat üzerinde kırmızı benekler bulunur. Mantarın üzerinde çok sayıda başka canlı formu bulunuyor. Adaya sadece siz ikiniz ve kumandan çıkacaksınız. Dördümüz dışındaki hiç kimsenin takastan haberi olmayacak geri kalan askerler rutin bir incelemede olduğumuzu düşünecekler." Akira araya girmek istedi ama adam lafını kesmeden devam etti: "Ada yüzeyi çok zayıf ve dayanıksızdır. Eğer sert bir basınçla karşılaşırsa yüzeyde anında yırtılma olur ve zehirli bir gaz açığa çıkar. Bu yüzden takas sırasında kimsenin riske girme şansı olmayacaktır. Adımlarınıza dikkat ederseniz sorun yaşamazsınız." Akira tekrar söze girmek istedi fakat bu sefer de Hanabe erken davrandı: "Belli ki adayı sen seçmişsin. Kaç para alıyorsun bu takas işinden ?" "Sizin aldığınız kadar." "Alıcı her kimse bu işe çok para yatırmış. Üçümüze ellişer milyon beli, kumandana da yüz milyon beli... Sadece aracılık için bize iki yüz elli milyon beli verdiler. Bir bu kadar da meyveyi aldıkları korsanlara verseler beş yüz milyon beli eder." Akira: "Kumandan Akihito-san, korsanlara düşen payın beş yüz elli milyon beli olduğunu söyledi, den den muşide konuşurken duydum." Hanabe: "bir meyveye sekiz yüz milyon beli... Bu parayı çıkartmak için doğu mavi'de bir ülke yıkman gerekebilir." Rotacı muhabbetten sıkıldığını belli eder şekilde ağzındaki sigarayı denize atarken: "Belki öyle yapmışlardır." Dedi ve geri dönüp yürümeye başladı. "Gidip haber vereyim. Adaya iyice yaklaştık." Büyük bir dalgayla gemi sallanınca yere düşen rotacının savurduğu küfür güvertede yankılandı. Adam karanlıkta Hanabe ve Akira'nın görüş alanından çıkarken gemi de kırmızı denizin içinde ilerlemeye başlamıştı.

Rotacı yanlarından uzaklaşır uzaklaşmaz Hanabe, dudaklarını büzüp elini de bir sigara tutuyor gibi ağzına götürerek adamın taklini yapmaya başladı: "Belki öyle yapmışlardır." Adamın tavırlarına sinirlendiği belli oluyordu fakat yaptığı taklit Akira'yı güldürünce kendi yüzü de gevşedi. Hanabe keskin hatları olan fakat geniş çeneli bir yüze sahipti. Saçları kumral ve uzundu, oldukça geniş bir ağzı vardı. Sırıttığı zaman neredeyse yanakları kulaklarına kadar çıkardı ve günün büyük bir kısmında Hanabe'nin yüzünde bu sırıtış karşılardı bakanları. Taklidini bitirince yüzüne yine bu sırıtışı takınıp elinde tuttuğu hayali sigarasını denize fırlattı. "Bu heriften hiç hoşlanmadım. Denizcilerin elindeki rotacılar dururken böyle bir adamı donanmanın gemisine almaya ne gerek vardı ki." Akira, Hanabe'nin taklitlerini gülümseyerek seyrettikten sonra sigarayı denize atma haraketini taklit etmeye çalıştı, ardından yine gülerek başını iki yana salladı. Cebinden gerçek bir sigara çıkartıp yaktıktan sonra artık çıplak gözle görülebilir hale gelmiş olan kırmızı denizi seyrederek konuşmaya başladı: "Bilmem kumandanın ne yapacağı belli olmuyor. Bu oldukça özel bir operasyon olacak demişti, özel operasyon için özel bir adam bulmuş sanırım. Yaptığımız işi karargah dahi bilmiyor, denizcilerden bir rotacı almaktan çekinmiş olabilir." Hanabe tatmin olmamış bir bakış takındı: "Madem Karargah dışından bir rotacı alacaktık gidip Ani'yi çağırsaydık. O kız hayatımda tanıdığım en iyi rotacıydı." Akira garipsemişti: "Ani ? Anabel'e böyle seslendiğini hiç duymamıştım." Hanabe: "Böyle seslenmiyorum zaten duysa ağzıma sıçardı... Aslında yetimhanedeyken bir kere denemiştim. 10-12 yaşlarında falandık. Sen, Zac ve George ile birlikte yüzmeye gittiğinizde yanına gidip:' Hey Ani başbaşa takılmaya ne dersin' diye sormuştum." Akira, Hanabenin sırıtan suratına bakıp tek kaşını hava kaldırdı. Hanabe: "Öyle bakma yalan değil, ertesi günü yatakta geçirmem gerekmişti. Size ayağımı kayaya çarptım demiştim hani hatırlıyor musun ? İşte aslında onu Anabel kırmıştı o gün." Akira bir yandan gülerken bir yandan söylendi: "Nasıl hatırlayayım lan kırığının çıkığının kaydını mı tutuyorum." "Tutsan epey uzun bir liste olurmuş aslında... Neyse özel falan demiştin ? Neymiş bu rotacıyı bu kadar özel yapan ?" Akira yüzüne ciddi bir hava takındı bu kez, sigarasından bir nefes daha çektikten sonra sakince cevap verdi: "Adını bilmiyorum, tayfadaki herkes rotacı diyor zaten. Kumandanın anlattığına göre adam eskiden korsanmış." "Korsan mı? Ne zamandır korsanları denizci gemilerine alıyoruz?" "İş biraz daha karmaşık, adam on beş sene evvel falan korsanlık yapıyormuş. Efsane denecek kadar iyi bir rotacı olduğunu söyledi kumandan. Herifin şu takas için ayarladığı adaya bir baksana. Muhtemelen kimsenin böyle bir yerin var olduğundan bile haberi yoktur. Adam yıllarca farklı tayfalarda çalışmış. En sonunda işte on beş sene evvel bunun rotacılık yaptığı tayfa'nın kaptanı hükümet tarafından savaş lordu ilan edilmiş. Bu da herkesle beraber affedilmiş tabii. Adam korsanlığı bırakıp kazandığı parayı yemek için ortalardan kaybolmuş.", "Eee şimdi niye ortaya çıktı o halde parası mı bitmiş?", "Ne bileyim belki de.", "Bu iş hiç içime sinmedi benim. Korsan yakalamak için denize açıldık fakat korsanların takasında aracılık etmek için başka korsanlardan yardım alıyoruz. Umarım işler Kumandanın beklediği gibi gider." İkili aralarında tartışırken bir denizci askeri koşarak yanlarına geldi. Kaptan Hanabe'nin haline bir iki saniye bakıp şaşırdıktan sonra Akira'ya dönüp Kumandanın onları beklediğini söyledi. Adaya çıkma zamanı gelmişti.

Geminin iskele kısmında askerlerin kıyıya çıkmak için hazırladıkları küçük bir teknenin yanında Kumandan Akihito bekliyordu. Esmer tenli oldukşa kuvvetli ve sağlıklı olmasına rağmen yaşlandığı her yerinden belli olan bir vücudu vardı. Ellili yaşlarına gelmişti artık yüzü kırışıklı saçları ise beyazdı. Hem yaşı hem de yetenekleri şimdiye kadar koramiral rütbesine çıkmasını gerektirirdi. En azından kendisi böyle düşünüyordu. Her ne kadar bu koca geminin ve tayfanın kontrolü ona verilse de karargah hala kendisini yeterince başarılı bulmuyordu. Çift kılıç tekniklerinde oldukça ustaydı, ayrıca bir koramiral kadar iyi haki biliyordu. Tek ihtiyacı olan şey ona şan katacak bir başarıydı ve bu da bu gece tamamlanmış olacaktı. Akira ve Hanabe yanına geldiğinde çevresindeki mürettebata gemide olmadığı süre için geçerli olacak bazı geçici emirler veriyordu. Hanabe yanına gelip göreve başlamadan önce biraz konuşmak istediğini söyledi: "Efendim planla ilgili gözden geçirmek istediğim bazı noktalar var biraz konuşmamız mümkün mü?" Akihito önce Hanabe'nin uygunsuz kıyafetlerine baktı ceketi yoktu ve gömleği pantolonundan dışarıya çıkmıştı. Ayağında acele ile giydiği ayakkabıları vardı ama çorapları yoktu. Eskiden bunlar bir denizciyi saatlerce azarlaması için yeterli şeylerdi ama saatine bakınca takas için zamanın yaklaştığını gördü. geç kalmak istemiyordu. Bu işi doğru şekilde tamamlamak hakettiği rütbeyi kazanmak için son şansı olabilirdi: "Bunun için vaktimiz yok kaptan Hanabe, planı teknede gözden geçireceğiz." Cevabı beklemeden halatlarla geminin dışında tutulan, suya indirilmeye hazır haldeki tekneye bindi. Genç yüzbaşılardan bir tanesi Kumandana "Ne planı efendim ?" diye sorduğunda "Rutin ada incelemeleri yüz başı, rutin incelemeler." Demekle yetindi. Akira ve Hanabe Tekneye bindiklerinde de askerler yavaş yavaş tekneyi suya indirmeye başladılar. Gemi artık mantar şeklindeki Akakinoko adasına iyice yaklaşmış, kırmızı denizin dalgaları arasında beklemeye başlamıştı.

Suya inen tekne yavaş yavaş adaya yaklaşırken kumandan artık daha rahat bir şekilde konuşmaya başlamıştı: "Ne giydiğin umrumda değil Hanabe. Ne düşündüğün de öyle. Sizden tek istediğim şu planı batırmadan tamamlayın o kadar. Sonunda iki taraftaki korsanları da yakalamış olacağız. Sonunda hepimiz kazanacağız." Akira: "Plan çok riskli Akihito-san en küçük bir hatada..." Akihito: "En küçük bir hata olmayacak Akira. Her şey hazırlandı. Takasın tamamlanmasını bekleyeceğiz. Herkes istediği şeyi aldığında (Elini tekne zeminindeki çuvala götürdü) Bu gaz maskelerini takıp mantar yüzeyinde yeterince büyük bir kesik oluşturacağız. Mantarında altında çok yoğun bir gaz tabakası birikmiş. Rotacının söylediğine göre 2 yılda bir mantar zehirli bir gazı dışarı salıyor. Geçen seferkinden bu yana neredeyse iki sene geçmiş ve mantar dolmuş durumda. Biz zemini kestiğimizde gaz dışarı doğru patlayacak ve üçümüz dışındaki herkes yere yığılacak. Sonrasında tek yapmamız gereken yerden cesetleri toplamak." Hanabe plandan rahatsız olduğunu her hareketi ile belli ediyordu. "Peki ya işler beklediğimiz gibi gitmezse o zaman ne olacak? İki korsan tayfasının ortasında 3 kişi kalmış olacağız." Akihito:" İşler beklediğimiz gibi gitmezse savaşırız ve tüm cesaretimizle korsanlara karşı mücadele ederiz." Akira: " 2 Korsan tayfasına karşı 3 kişiyiz kumandan, söylediğinize göre meyveyi satacak olan tayfa bir süpernova tayfası, üstüne üstlük alıcı tayfayı tanımıyoruz bile." Akihito: "Yeter artık neredeyse adaya geldik. Daha fazla şikayet dinlemek istemiyorum... Bakın bu benim planım değil. O siktiğimin rotacısını da ben bulmadım. Hepsi yukarıdan geldi anlıyor musunuz. Bu işin başında koskoca bir koramiral var. Başarırsak hepimiz rütbe atlarız, başarısız olursak hepimiz yok oluruz anlıyor musunuz? Tek yapmamız gereken maskelerimizi takıp mantarı kesmek. Sonra hem korsanları yakalamış olacağız, hem parayı hem de meyveyi alacağız. Bir taşla üç kuş. Daha fazla mazeret istemiyorum bu bir emirdir." Daha fazla konuşmalarına müsahade edemezdi. Korkularına anlatmalarına biraz daha müsade ederse kendi korkularını hatırlamaya başlayacaktı. Kısa bir süre daha sessizce adaya doğru ilerlediler.

Gemideyken beyaz bir mantar şapkası olduğu belli olan ada, yakınına geldiklerinde artık herhangi bir adaydı. Yalnızca rengi beyazdı ve zemin fazlaca yumuşaktı. Takasın yapılacağı yere doğru ada içerisinde yürümeye başladılar. Adanın bu denli büyük olduğu ancak üzerine çıkınca anlaşılıyordu. Mantardan oluşan adanın üzerinde pek çok başka mantar ve bir takım sarmaşıklardan oluşan bir biyosfer vardı. Orman denilebilecek bir mantar topluluğu içerisinde on dakika kadar yürüdükten sonra belirlenen noktaya vardılar. Uzun boylu mantarlar etraflarını sardığı için artık buradan kırmızı renkli denizi göremiyorlardı. Bir kaç dakika sonra ayak sesleri duyulmaya başladı. Mantarların arasından üç kişi çıktı. En öndeki adam Craig Korsanlarının kaptanı Eric Craig'ti. New world'e yeni giriş yapmış çiçeği burnunda bir supernova. Beyaz bir takım elbise giymişti pantolonunun paçaları yere kadar uzanıyordu ve ceketinin ön cebinde bir gül vardı. Havalı, kahverengi saçları ve oldukça yakışıklı, sakalsız ve bıyıksız bir yüzü vardı. Henüz yirmili yaşlarının başındaydı fakat duruşu kendinden oldukça emindi. Akihito bunun gibilerini çok görmüştü. Ödülü yüz milyonu geçince kendini bir halt sanıp karanlık işlere bulaşmaya çalışan genç maceracılar. İşte bir tanesinin macerası burada Akihitonun ellerinde son bulacaktı. Başındaki ödül iki yüz yetmiş milyon beliydi. Bir ödül avcısı için oldukça cazip bir teklif ama bir denizci için sadece büyük bir başarı demekti. Özellikle Akihito için. Korsanlar karşılarına geçip beklemeye başladılar. Birbilerine selam vermediler ya da herhangi bir şey konuşmadılar. Sadece iki taraf birbirlerine bakıp alıcının gelmesini bekliyorlardı. Aradan bir kaç dakika geçtikten sonra iki tarafta iyice gerilmeye başladı. Korsanların ikisi kumandana bakıp aralarında bir şeyler konuşarak gülüşmeye başladılar. Akira elini kılıcına attı fakat Akihito onu durdurdu. Bu genç kaptanların her şeyi mahfetmemesi gerekiyordu. Aylardır bu takas için uğraşılıyordu. Ve bir saygısızlık yüzünden mahvolmasına izin veremezdi. "Hayır" diye düşündü içinden Akihito. "Bırak saygısızlığı bu korsanlar burada anama bile sövseler gıkım çıkmaz." Zaten nasıl olsa birazdan öleceklerdi. Ölü insanların ne düşündüğünün bir önemi yok. Yalnız yaşayanlar konuşurlar ve onlarda isminden önce rütbeni anacaklardır. Hanabe sağ elinin yüzük parmağına taktığı deniz taşından yapılma bir yüzü baş parmağı ile çevirmeye başladı. Ne zaman gerilse bu hareketi yapardı. Silahlanma hakisini bir türlü öğrenemediği için yanında hep bu yüzüğü taşırdı. Fakat gözlem hakisi konusunda oldukça başarılıydı. Akira ise onun aksine yalnız silahlanma hakisini kullanabiliyordu.

Ortam iyice gerildiğinde Eric Craig denizcilere doğru bir adım ilerledi: "Alıcı nerede kaldı kumandan?" Akihito bir korsanla muhattap olmak istemiyordu fakat soğukkanlı bir şekilde cevap verdi: "Bilmiyorum. Biz de sizin gibi bekliyoruz." Arkadaki korsanlardan bir tanesi: "Yoksa satıştan vaz mı geçtiler? Buraya kadar boşuna geldik." Diğeri ise: "Bu aptal meyvenin bu kadar etmeyeceğini en başında söylemiştim." diye bağırmaya başladılar. Eric iyice sinirlenmiş bir şekilde iki adım daha ilerledi ve artık denizcilerle arasında sadece iki metre kalmıştı. "Bizi tuzağa mı düşürüyorsun kumandan?" Alıcıların gecikmesi işleri zora sokmuştu. Hanabe iyice terlemeye başlamıştı hiç yoktan kendilerini ele vereceklerdi. Akira kendini dövüşe hazırladı. Eğer alıcılar gelmezse bu üçe üç bir dövüşe dönüşecekti. Kaptan kendilerine yakınken onu hızlı bir rüzgar kesmesi ile saf dışı bırakabilirse diğerlerini kolayca hallederlerdi. Geriye sadece geç kalan alıcıları beklemek kalacaktı. Tek sorun adanın hassas yapısıydı. Belki de bir an önce planı başlatıp gazı salmalılardı ama diğerleri ile anlaşmadan aynı anda yapmaları zor olacaktı. Sorusuna cevap alamayan korsan, kumandanın üzerine bir adım daha yürüyüp bağırmaya başladı: "Tuzağa mı düşürdünüz lan bizi!" Tam kumandana doğru elini uzatıcakken Akira kılıcını kınından olabildiğince hızla çekip hava adama doğru savurdu. Basınçlı rüzgar, havada turkuaz bir renkte şiddetli bir kesme olarak ilerledi. Kısa mesafeden gelen menzilli bir saldırıyı savuşturamayan korsan kaptanının sol kolu omzundan itibaren koptu. Fakat Akira yaptığı hatayı tam da o an fark etti. Kopan kol havada kırmızı renkli gül yapraklarına dönüşerek uçuşmaya başladı. Bu sırada korsanın sağ omzunda açan güllerden yeni bir kol şekillenmişti bile. Akira sadece "Logia kullanıcısı." Diyebildi. Havada uçuşan gül yaprakları Akiraya yönelerek çarptıkları yerleri kesip geçmeye başladılar. Eric'in arkasında bekleyen korsanlar ileri koşarken Hanabe sağ eliyle hemen önünde duran Kaptanlarının çenesine sert bir yumruk geçirdi. Eric yere düşerken "Deniz taşı" diye söylendi. Yere çarpan vücudu taç yapraklar halinde dağılıp yere saçıldı. Diğerleri tam bir kavgaya hazırlanıyordu ki Akihito: "Durun!" diye bağırdı. "Durun artık yeter." Birilerinin geldiğini sezmişti. Yedi kişi yaklaşıyordu. Muhtemelen alıcılar gelmiş olmalıydı. Bir anlık duraksama anında yere düşmüş olan Eric yeniden bedenini birleştirip elini adanın zeminine bastı ve "Gül bahçesi!" Diye bağırdı. Bulundukları zeminin altından yarımşar metre aralıklarla dağınık bir düzende çok sayıda gül fidanları yükselmeye başladı. "İşte bu benim yeteneğim denizciler. Ben gonca-adamım. Bu güzel gülleri görüyor musunuz her an keskin bıçaklar halinde uçuşmaya başlayabilirler. O yüzden son kez soruyorum bize tuzak mı kurdunuz?" Akihito olabildiğince sakin bir şekilde cevap verdi: "Hayır. Size tuzak kurmadık alıcılar sadece biraz gecikti o kadar." Bu sırada Hanabe "Geliyorlar." Dedi. Bunu söylerken gözlem hakisinin oradaki herkesten daha iyi olduğunu göstermeye çalışıyordu adeta rakibine diş gösteren bir kurt gibi. Korsanlar yerlerine döndüler gerginlik bir anda dağıldı.Yerden yükselen gül fidanları hızla solup dağıldılar. Derken mantarların arasından yedi kişi belirdi. Herbirinin üzerinde yüzlerini örten cübbeler vardı. Altısı uzun bacak kabilesine mensuptu. Üstlerine kısa gelen cübbelerinin altından bacaklarındaki 'taç giyen ahtopot' dövmeleri gözüküyordu. Her birinde aynı dövme vardı. Arkadan gelen bir uzun bacaklı ellerinde para çantalarını taşıyordu. İki çanta dolusu parayı üç grubun ortasına yerleştirdiler o sırada öndeki iki uzun bacaklı ise birer kayaya oturup beklemeye başladılar. Otururken dizleri kafalarının hizasına kadar geliyordu.

Para sayma işlemi sürerken Akihito bir anda bir şeylerin garip olduğunu fark etti. Burada olmaması gereken birini seziyordu. Gözlem hakisi hissetmemesi gereken birini hissetmişti. Bir anda yeni gelen ekibin içerisindeki uzun bacaklı olmayan tek kişiye dönüp "Beni kandırdın!" Diye bağırdı. Herkesin bakışları arasında Rotacı yüzünü örten cübbenin kapşonunu kaldırdı: "Evet fakat bu gerekliydi kumandan... Bu meyveye çok ihtiyacımız var. Anlayamayacağınız kadar fazla." Herkes yeniden kılıçlarına yöneldi. Akihito belindeki iki kılıcı hızla çekerek Rotacının üstüne atıldı. Taşa oturmuş halde bekleyen iki uzun bacaklı önüne geçtiler fakat Kumandan ikisini de kolayca keserek yoluna devam etti. Bu sırada Rotacı kumandana bakarak konuşmaya devam etti: "Hiç bir zaman iyi bir dövüşçü olmamıştım kumandan fakat koramiralden biriki numara öğrendim." Belinden çıkarttığı bir bıçağı elinde çevirdikten sonra üzerine gelen kumandanın hemen önündeki zemine fırlattı. Yere saplanan bıçağın altından püsküren gaz kumandanı arkasına doğru devirdi. Denizciler hemen gaz maskelerini taktılar. Fakat Rotacı başını iki yana salladı:"Üzülerek söylemek zorundayım ki size temin ettiğim maskeler arızalılar. Kısa süre içerisinde geminize dönmenizi tavsiye ederim Kumandan." Gemide kaldığı süre boyunca ne kadar kaba bir adam olduğunu çok net bir şekilde göstermişti ve bu kibar lafları ile adeta dalga geçiyordu. Rotacı bir an Hanabe'ye döndü eliyle sanki bir sigara varmış gibi yapıp hayali sigarasını yere attı. Geldiği uzun bacaklılarla beraber yanlarında getirdikleri maskeleri takarak uzaklaşmaya başladılar.

Yerden püsküren gaz etrafı hızla kaplarken Akihito, Eric Craig'in çoktan adayı terkettiğini farketti. Fakat adamları hala buradaydılar. Akira ve Hanabe hızla koşup gazdan dolayı bayılmak üzere olan korsanları konuşturmaya çalıştılar. Getirdikleri meyvenin adını soruyorlardı. En azından bunun işe yarar bir ip ucu olacağını düşünmüşlerdi. Ama Akihito için artık herşey anlamsızdı bütün kariyerini yatırdığı plan suya düşmüştü. Yakında herkes bu başarısızlığını öğrenecekti. Yapabileceği bir şeyler olmalıydı. Bu böyle bitmemeliydi. Sonra bir anda sakinleştirdi kendini. "Hiç bir sorun yok." dedi. "Bu adaya sadece rutin bir inceleme için geldik ve hiç bir sorun bulamadık. Olan sadece bu." İki kaptan sorguladıkları adamları bırakıp gaz maskesinin arkasından delirmekte olduğunu düşündükleri kumandana baktılar. Akihito'nun yüzü gazdan dolayı görünmüyordu ama maskenin altından gelen sesi bile artık sağlıklı düşünmediğini gösterebiliyordu. "Özür dilerim çocuklar sizi burada bırakmak zorundayım. Çünkü benden gizli bir şekilde korsanlarla anlaşmışsınız. Paralara el koyup gemiye döneceğim. Sizin burada ölmeniz gerekiyor. Keşke böyle kötü şeyler yapmasaydınız." Paralara doğru yol alırken Akira kılıcını çekip hızla Kumandana doğru koşmaya başladı. Doğrudan boynuna hedefe alacaktı çünkü bu arızalı gaz maskeleri ile burada çok uzun süre dövüşme şansları olmayacaktı. Fakat Akihito sağ elindeki kılıçla gelen hamleyi kolaylıkla savuşturdu. Akira beş metre kadar uzağa savruldu. Diğer yandan Hanabe sağ elini yumruk yapmış halde koşarken aynı hain rotacının kendisine yaptığı gibi kılıcını mantar zeminine savurarak yeni bir yarık açtı ve püsküren gazın şiddeti ile Hanabe'nin düşmesine sebep oldu. "Üzgünüm çocuklar burada ölmeniz gerekiyor. Daha sonra bedenleriniz için bir ekip göndereceğim. İnanın bana size çok güzel bir cenaze töreni yapacağım. Ama keşke korsanlarla anlaşma yapmasaydınız. Rotacı ile anlaşıp beni korsanlara sattığınızı ama kahramanca dövüşerek kurtulduğumu bilmeleri gerekiyor." Akihito için artık olaylar tamamen bambaşka şekilde yaşanmıştı. Ama bir şekilde bir milyar'a yakın bir paraya el koymuştu ve iki hain kaptan'ı yakalamıştı. Tek yapması gereken bir an önce gemisine dönmekti. Hızla paraları alıp teknenin olduğu tarafa doğru koşmaya başladı. Akira ve Hanabe'yi öldürmemişti. Hiç değilse kendilerini deniz suyuna bırakabilirler belki diye düşündü. Az da olsa yaşama şansları vardı. Zaten artık onlara kimse inanmayacaktı ve hain olarak anılacaklardı. Hem ölseler bile onları ben öldürmüş olmayacağım diye düşündü. "Hayatta kalma şansı verdim onlara." Dedi kendi kendine. Kendisini kötü biri olmadığına inandırıyordu. Sadece Yapması gerekeni yapmıştı o kadar. Alandan uzaklaşırken ölmek üzere olan korsanlardan birinin sayıklar halde konuştuğu duyuldu: "O meyve o kadar para etmez demiştim kaptana. Bizi tuzağa düşereceklerini söyledim ama bana inanmadı. İşte kendisi gül yapraklarına dönüştü ve uçup gitti ama biz burada ölüyoruz. Uyku meyvesiymiş... Ona bu kadar para etmeyeceğini söylemiştim."

Akira genişçe bir yatakta uzanmış yatıyordu. Ceketi yatağın hemen başındaki bir sandalyenin arkasında asılıydı. Kılıcı ise yatağının başında duruyordu. Gömleği yırtılmıştı ve deliklerin aralarından göğsündeki bandajların beyazı belli oluyordu. Beyaz bandajların arasından ince kırmızı bir kan sızıyordu. Hızlı hızlı nefese alıp verdikçe göksü yükselip alçalıyor. Beyaz bezlerin üzerindeki kırmızılık her seferinde biraz daha belirginleşiyordu.

Düşünde hala Akihito'nun üzerine koşuşunu ve kılıçların çarpışmalarını ve Kumandanın gözlerinin önünde çıldırışını hatırlıyordu. Geceden beri aynı kabusu belki yirmi defa görmüştü. Her seferinde Akihitoyu yenip onu sakinleştirmeye çalışıyordu ama her seferinde Akihito onu kolayca savurup adada ölüme terkediyordu. Sonrası kırmızı dalgalar arasında geçen uzun saatlerde sanki bir işkenceyi tekrar tekrar yaşamak gibiydi. Kılıcının ağırlığı her kulaçta biraz daha artıyordu. Her kulacın ardından gelen bir dalga yüzünü yalayarak geçiyor ve sonra Hanabe'yi görmeye çalıştığı saniyeler... Saatler süren bu işkencenin ne kadar sürdüğünü ya da ne kadar yüzmeye devam ettiklerini hatırlamıyordu. Tam bayılacağı anda kendini tekrar mantar adanın üzerinde Akihito'nun delirişini izlerken buluyordu. Bu sefer herşeye son verebilmek için üzerine kararlı bir şekilde koştu. kılıcını iki eli ile sertçe kavradı ve tüm gücü ile Akihito'nun üzerine atıldı. Artık onu sakinleştirmek istemiyordu sadece bu kabustan kurtulmaya çalışıyordu. Kılıcının keskin kısımlarının haki ile kaplanışını hissetti. Kılıçların havada çarpıştığı anda karşılaştığı sert itme gücü bütün vücudunu sardı. Acıyı adeta vücudundaki her bir kasta hissediyordu. Her şey yeniden başlamak üzereydi.

Acı bir çığlıkla bu sonsuz kabustan uyandığında kendini bilmediği bir teknede bulmuştu. Gözleri önce kılıcını aradı. Başını hızla sağa sola çevirdi fakat göremedi. Biraz daha arkasına döndüğünde yatağın başındaki kılıcını gördü. Almak için uzandığında ise göğsünde keskin bir acı hissetti. Gayri ihtiyari elini göğsüne götürdü ve bandajlarla sarılı yarasını fark etti. Akihito kendisini kılıç darbesi ile savurduktan sonra üç dört metre uzunluğunda bir mantara çarpmıştı. Kurumuş mantar, bir ahşap parçası gibi dağılmıştı. Ama hayır bu yara oradan kalma değildi. O sırada mantara sırtı ile çarpmıştı. Bu yara korsan kaptanından kalmaydı. Göğsünü havada uçuşan gül yaprakları ile kesmişti. Şimdi bir şeyleri daha rahat hatırlamaya başlamıştı ama hala sonuna varamıyordu.Burasının neresi olduğunu ya da buraya nasıl geldiğini bulamıyordu. Etrafına bakındığında ceketini sandalyede asılı buldu ama onun da bir çok yeri yırtılmıştı. Ayağa kalktı ve üzerini kontol etti. Sırtında belirli bir acı yoktu ve belli ki birileri göğsündeki yaraya müdahale etmişti. Hanabe olabileceğini düşündü ama o bu kadar dikkatli bir tedavi uygulayamazdı. Bu belli ki titiz birinin elinden çıkmıştı. Belki bir doktor olabilirdi. Elini sandalyede asılı olan ceketine attı fakat ıslaktı. Dün gece dalgalarla boğuştuklarını hatırladı. Ama pantolonu ve gömleği kuruydu birilerinin üstündekileri kurutmuş olması gerekiyordu.

Bu kadar soruyu kafasının içinde çözmeye çalışmaktan sıkılıp Hanabeyi bulmak için kılıcını da yanına alıp odadan dışarı çıktı. Odadan çıktığında dar bir koridorla karşılaştı. Ahşap bir teknede olmalıydı. Denizde olduklarını anlayabiliyordu zaten, koridorların genişliğine bakılırsa pek de büyük bir gemide olmadıklarını tahmin etti. Biraz ilerledikten sonra üst kata çıkan bir merdiven buldu. Kılıcını hafifçe kınından sıyırdıktan sonra merdivenleri adımlamaya başladı. Karşısına ne çıkacağını bilmiyordu fakat bir korsan gemisinde ya da köle olarak kaçırılmış olma ihtimali oldukça yüksekti. Güverteyi görebilecek kadar merdivenlerde yükseldiğinde Hemen ileride geminin ön kısmında denizi seyreden iki kişi gördü. Görüş açısı çok dar olduğu için başka kimseyi göremiyordu. Olduğu yerde iyice eğilip kılıcını sertçe kavramıştı ki ancak silüet olarak gördüğü iki kişiden sağ tarafta olanı elini uzatıp seslendi: "Saklanmana gerek yok. Burada güvendeyiz." Bu sesi duyunca bir anda rahatladı, bu Hanabenin sesiydi. Gözlem hakisi her zaman Akira'nınkinden daha iyi olmuştu. Kılıcını tekrar kınına yerleştirip rahatlamış bir şekilde güverteye çıktığında Hanabenin yanındaki silüet'i de oldukça yakından tanıdığını farketti. Yirmili yaşlarında kızıl saçları beline kadar gelen bu kendinden emin duruşlu kadın çocukluğundan beri tanıdığı yetimhane arkadaşı Anabeldi. "Siz ikinizi ne zaman yalnız bıraksam hemen kendinize ölecek güzel bir yer buluyorsunuz. " Anabelin bir şeyleri şakaya vurması olayların beklediğinden çok daha ciddi olduğu anlamına geliyordu. Oldukça sevecen gülen gözleri ve sivri yüz hatları vardı saçları kırmızı ve düzdü. beyaz teni sabah güneşinde neredeyse parıldayacak gibiydi. Üzerinderinde deniz yolcuğunda yıpranmış siyah bir pantolon ve altında beyaz bir gömlek olan siyah bir yeleği vardı. Hafifçe gülümseyip Anabele sarılırken göğsündeki yara tekrar sızladı. "O kızıl denizde şans eseri bizi bulduğunu söyleme sakın." Diye söylenerek geminin pruvasına diğer ikisinin yanına geçip denizi seyretmeye başladı. Artık o cehennemî ortamdan çıktıklarını görünce içine bir rahatlama geldi. Açık mavi renkte ve çarşaf gibi bir denizin üzerinde parıldayan altın renkli bir güneşle karşılaşmıştı bu yeni sabahta. "Tabii ki hayır, Akakinoko tehlikeli bir yerdir. Denizinin suyu bile zehirlidir diyorlar ama hala ölmediğinize göre söylendiği kadar korkutucu bir yer değilmiş sanırım. Adadan mantar toplayan civar köylüleri bulmuşlar sizi." "Mantar toplayan köylüler mi ?" Diye şaşırdı Akira. O zehirli adaya mantar toplamak için gidecek birilerinin olduğuna inanamıyordu. "Evet canım, köylüler... Aptal adamlar üç beş mantar için canlarını tehlikeye atıyorlar ama o aptal adamlar olmasaydı şimdi ikiniz de ölmüştünüz. Civarda pek çok köy mantarlar için bu adaya geliyor. Adanın üzerinde çok sayıda mantar türü yetişiyor. Ben mantarları alıp Red Line'ın diğer tarafına götürüyorum. Orada yeni dünyadan gelen mantarlara çok para veren bir sürü korsan bulabiliyorsun. Hepsi zehirli değiller kimisi şu hayal gösteren türden eğlence mantarları kimisi de yemeklerde kullanılabilecek sıradışı tatlar arayanlar için. Ama çoğunluğu zehirli şeyler tabii ki." Akira bir an ne denli büyük bir şans eseri kurtulduklarını düşündü. "Eee bizi bulunca hemen sana mı getirdiler yani ?" Anabel gülerek cevap verdi: " Tabii ki hayır lan. Ben bu heriflerin amiri falan değilim. Bizde işler donanmada olduğu gibi işlemiyor. Adamları köyde kavga ederken görünce yanların gittim. Sizi bulup köye getirmişler. Adanın zehrini saldığınığınız için size epey kızmışlardı. Öldürüp öldürmemeyi tartışırken araya girip sizi heriflerden satın almak zorunda kaldım. Oraya ne bok yemeye gittiniz bilmiyorum ama bana iki milyon beli borcunuz var çocuklar. Sizin için çok para verdim." Hanabe gülümsedi ve her zamanki gibi ağzı sanki kulaklarına kadar açıldı: "Uzun bir süre pek paramız olacak gibi gözükmüyor. Ama istersen Akirayı teslim edebiliriz." Akira anlamsız bir şekilde Hanabeye bakarken, Hanabe çıkarttığı iki aranıyor posterini Akiraya verdi. İkisinin de başına ödül koymuşlardı. Heri biri için seksen milyon beli. "Baksana artık neredeyse birer süpernova sayılırız." Hanabe'nin bu şakası Akirayı hiç güldürmemişti: "Başımızda ödül olsa bile biz korsan değiliz." Anabel: "Bunu artık donanmaya anlatman pek kolay olmayacaktır." Akira: "Peki ama neden ?" Hanabe pantolonun kemerine sıkıştırdığı gazeteyi çıkarıp hemen birinci sayfada bulunan bir haberi gösterdi. Akihito bütün suçu ikisine atıp kendini bir kahraman gibi göstermişti. İkisi de artık aranan birer suçluydular. Akira haberi okurken, Hanabe konuşmaya devam etti: "Anlaşılan saygıdeğer kumandanımız sandığımız kadar delirmemiş. Parayı bizim korsanlardan aldığımızı ve onu sattığımızı söylemiş. Meyveden ise hiç bahsetmemiş." Akira haberi okuduktan sonra sinirden ne yapacağını bilemedi. Önce gazeteyi yere fırlattı, sonra da kendisini... Sırtı güverte zeminine çarpınca hem sırtındaki yaralar hem de göğsündeki kesikler bir anca dayanılmaz bir acı verdi. Boğazına gelen kanı güverte zeminine tükürdü. Heryerinde yaralar vardı ama tüm bu olanlara karşı hıncı bu acının çok ötesine geçiyordu. Neredeyse sinirden güverteyi yumruklayacaktı.

Akira: "Şimdi ne yapacağız. Herşey bombok oldu. Yıllarımızı verdiğimiz tüm donanma kariyeri bir anda yok oldu. Üstüne üstlük bir de başımıza ödül koydular. Adi birer korsanmışızcasına peşimize düşecekler."
Hanabe: "Yeni dünyada bu kadar küçük ödüller için avlanacağımızı sanmıyorum ama her seferinde peşimizden gelmeye devam edeceklerdir. Bu işi bir şekilde çözmemiz lazım."
Akira: "Ama nasıl işin içinden çıkılmıyor. Kimin bizi tuzağa düşürdüğünü dahi anlayamıyorum."
Hanabe: "Kimsenin bizi tuzağa düşürdüğü yok. Biz sadece arada kaynadık tek yapmamız gereken olayları çözmek. Ama nereden başlayacağımızı bulamıyorum. Belki de gidip Akihito'nun karşısına dikilmeliyiz."
Anabel: "Çok tehlikeli. Artık birer suçlusunuz."
Akira: "Evet, Adama ulaşsak bile gücümüz onu yenmeye yetmeyecektir. Herif oldukça güçlü. Hem adamı yenip konuştursak bile onun da bir şey bildiğini sanmıyorum. En az bizim kadar o da tuzağa düştü."
Hanabe: "O halde rotacıyı bulmamız gerekiyor. Her şeyin anahtarı o adam. Ama onu bulabileceğimizi de sanmıyorum. Herif belki de grand line'ın en iyi rotacısı ve nereye saklanmış olabileceği ile ilgili hiç bir fikrim yok."
Akira: "Akihito onu bir koramiral'in gönderdiğini söylemişti. Muhtemelen o koramiral herşeyi planlayan adam. Onu bulmadan rotacıyı bulamayız."
Hanabe: "Koramiral'in kim olduğunu bulmak için de yine Akihito'nun karşısına çıkmamız gerekiyor. Bu iş iyice kısır döngü olmaya başladı..."
Anabel: "Bu koramiral'in Joker'le bir bağlantısı olabilir mi ? Uzun süredir yoğun bir meyve ticareti yapıyorlar."
Akira: "Hayır, Meyve zoan türü bir meyve değil. Hem onların bu iş için çok daha kolay yöntemleri vardır sanırım."
Hanabe: "Meyve'nin uyku meyvesi olduğunu söylemişti korsan. Gerçektende dövüşürken pek işe yarayacak bir meyve gibi durmuyor. Şu Eric Craig bu konuda bir şeyler biliyor olabilir."
Akira: "Evet ama adamın gücünü gördün. Bir Logia süpernovanın peşine düşmek ne kadar akıllıca olur bilmiyorum. Hem adamın hiç bir şey bilmiyor olma ihtimali de var."
Anabel: "Bu kadar adamla tek başınıza dövüşmeyi düşünmüyorsunuzdur umarım. Zac ile konuşmamız gerekiyor. O bize yardım edebilir."

Akira buna çok sert tepki verdi. Güvertede oturduğu zeminden hızla ayağa kalkıp "Zac ile asla görüşmeyeceğiz." Dedi. "Başımıza ödül konmuş olabilir ama biz hala birer korsan değiliz. Sen de öyle Anabel!" Zac, Deniz fenerindeyken en iyi arkadaşlarından biriydi fakat yolları ayrıldıktan sonra kendine bir korsan tayfası kurup denize açılmayı tercih etmişti. O zamandan beri Akira asla onunla bir daha görüşmedi. Şimdi onunla aynı konumda olduğunu kabullenmek istemiyordu. "Zac'i boşverelim ve önümüzdeki sorunlara odaklanalım. Bir şekilde birilerinden bilgi almamız gerekiyor. Çok fazla soru işareti var... Şu uzun bacaklıların dövmelerini hatırlıyor musun Hanabe? muhakkak bir anlamı olmalı."
Hanabe: "Evet, Rotacının yanındaki adamların hepsinde aynı ahtapot dövmesi vardı. Başında tac olan korkutucu bir ahtapot. Uzun bacaklılar dövme yaptırmayı severler ama hepsinde aynı dövmenin olması oldukça ilginç." Bir süre hiç kimseden yeni bir fikir gelmedi. Sorun iyice içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Akira tekrar güvertenin zeminine oturmuş haberin detaylarını okuyor, Anabel denizi seyrederek aklına bir fikir gelmesini bekliyordu. Hanabe ise pantolonunun cebinden bir sigara kutusu çıkartıp içinden bir sigara aldı. ağzına götürüp yaktıktan sonra: "Sabaody'e gidelim." Dedi. iki arkadaşı da bir anda dönüp ona baktılar. "Sabaody Takımadalarına gidelim. Orada her türlü dövmeci vardır. Uzunbacaklılara dövme yapan dövmecilere tek tek sorarız. Muhakkak biri bu dövmeleri kimin yaptırdığını bilecektir.. Tamam çok mantıklı değil ama aklıma bir tek bu geldi." bir süre kimseden bir ses çıkmadı. Tam Hanabe çok saçma bir şey söylediği için kendine kızmaya başlayacakken Akira: "Gemi kaplamacısı bulmalıyız." Dedi. Hanabe "Ne?" diye şaşırdı bir an çünkü uzun zamandır donanmadaydı ve red line'ın diğer tarafına geçmek için gemi kaplatması hiç gerekmemişti. Anabel gülümseyerek Akira'nın yanına oturdu: "O halde bir sonraki rotamız belli oldu." Akira dönüp yanındaki arkadaşına baktı: "Muhtemelen tanıdığın bir kaplamacı vardır. Sık sık şu mantarları satmak için Red line'dan geçiyordun değil mi ?" Anabel neredeyse kahkaha atacak kadar gülmeye başladı: "Tanıdığım bir kaplamacı mı. Ah evet. Oldukça tanıdık. Sanırım haberiniz yok ama George iki senedir gemi kaplamacığılı yapıyor. Bu işte çok iyi diyemem ama yetimhane arkadaşımızdan daha güvenli birini düşünemiyorum. Sabaody'e kadar bizimle gelecektir. Onun orada hepimizden çok tanıdığı var." Hanabe ağzından sigarayı büyük bir sevinçle çıkarıp dumanını üfledi. Uzun zamandır görmediği arkadaşları ile bir araya geliyordu. "O zaman" Dedi ileriye bakarak. "George'a gidiyoruz."
 
Son düzenleme:
Henüz okumadım ama iyi ya da kötü bile olsa devam et. Önemli olan sen bunu yazarken keyif alıyor musun almıyor musun? :good:

Not: İyi kötü falan bunlar çok subjektif şeyler tabii. Dan Brown dünyanın en iyi bilim kurgu yazarlarından biri olarak gösterilse de, bana göre müthiş pazarlanmış sıradan bir yazardır.
 
Karakterlerin betimlemeleri çok iyiydi devamı ne zaman geliyor meyvenin ne meyvesi olduğunu merak ettim ben okurken eğlendim sende yazarken eğlendiysen Mercan tahtın türküsü devam eder.
 
Birinci bölüme bir ekleme yaptım ve ikinci bölümü yazdım. Okuyanlar olursa yorumlarını bekliyorum.
Benim pek ilgimi çeken bir konu değil fakat her iki yazının da eksiği şekil itibarıyla okunabilir olmaması. Yani paragraflara ayrılarak göze hitap eden bir şekilde düzenlersen belki hali hazırda ilgisini çeken kişilerin okuması daha kolay olur.

Diğer yandan eline sağlık.
 
Benim pek ilgimi çeken bir konu değil fakat her iki yazının da eksiği şekil itibarıyla okunabilir olmaması. Yani paragraflara ayrılarak göze hitap eden bir şekilde düzenlersen belki hali hazırda ilgisini çeken kişilerin okuması daha kolay olur.

Diğer yandan eline sağlık.
Teşekkürler, yazarken blok halinde yazmışım öyle. Bir ara düzenler daha rahat okunur hale getiririm.
 
Çılgınlar gibi beklenen hikayenin üçüncü bölümü de geldi. Eğer devam ederse 10-15 arası bir bölüm sayısı olacak ama olmayabilir de. :D
 

Bu Konuya Bakmış Kullanıcılar (Üye: 0, Ziyaretçi: 1)

Korsanfan.com Her Hakkı Saklıdır. 2008-2023.
Tasarım Korsanfan V.6.0
Yukarı Çık