Daha önce sizlere gerçek sanılan doğal oluşumlardan ve sahte tarihi eserlerden bahsetmiştim, bu da o konunun ikinci kısmı. Yeterli veri toplarsam üçüncü kısmı da gelecek.
Babylonokia, 2012 yılında Karl Weingärtner tarafından cep telefonu biçiminde yapılmış, üzerinde çivi yazısıyla şekillenmiş ekranı ve tuşları olan kilden bir tablettir.
Weingärtner, eseri antik dünyadan günümüze bilgi transferinin evrimini temsil etmek için yapmıştır. Çevre bilimciler ve sözde arkeoloji savunucuları daha sonradan bu sanat eserinin bir fotoğrafını 800 yıllık bir arkeolojik bulgu olarak etrafa yaymışlardır. Sonradan bu olay bir YouTube kanalı olan Paranormal Crucible'daki bir videoda işlenmiş ve iyice popüler hale gelmiştir. Bu yanlış yönlendirmeler yüzünden kil tablet bazı basın kaynakları tarafından bir çok büyük bir gizem olarak haber yapılmıştır.
Acámbaro Figürleri, Waldemar Julsrud tarafından Temmuz 1944'te Meksika'nın Guanajuato kentinin Acámbaro şehrinde bulunduğu iddia edilen yaklaşık 33.000 küçük seramik figürdür. Figürlerin bazıları insanlar tarafından dinozorlara benzetilmiştir. Bazı Dünya yaratılışçıları, bilimsel tarihleme yöntemlerine şüphe düşürmek ve potansiyel olarak Tekvin yaratılış anlatısının gerçek bir yorumuna destek sunmak amacıyla, figürlerin varlığını dinozorların ve insanların bir arada yaşadığına dair güvenilir kanıtlar olarak öne sürmüştür.
Figürlerin yaşını hesaplamak için termolüminesans isimli bir tarihleme yöntemi kullanılarak rakamların tarihlendirilmesi için girişimlerde bulunulmuştur. Termolüminesans tarihleme yönteminin yeni bulunduğu zamanlarda yapılan testlerden elde edilen sonuçlara göre figürler MÖ 2500 civarında bir tarihte yapılmıştı. Ancak daha sonraki testler bu bulgularla çelişmiştir. 1976'da Gary W. Carriveau ve Mark C. Han, yine termolüminesans yöntemini kullanarak yirmi Acámbaro figürü üzerinde çalışmıştır. Yaptıkları çalışmaya göre figürler 450 °C ile 650 °C arasındaki sıcaklıklarda pişirilmişti, bu da bu rakamların doğru bir şekilde tarihlendirilemeyecek kadar düşük sıcaklıklarda pişirildiği iddialarıyla çelişiyordu. Bununla birlikte örneklerin hiçbiri termolüminesans yönteminin ayrı bir kolu olan "plato testinden" başarıyla geçememiştir. Yeniden ölçüm yapılan figürlerde bulunan sinyal yenilenme derecesine dayanarak figürlerin 1940'lı yıllarda yapılmış olabileceği sonucu ortaya çıkmıştır.
Calaveras Kafatası; Kaliforniya'nın Calaveras ilçesinde madenciler tarafından bulunan ve insanların, mastodonların ve mamutların bir arada yaşadığını kanıtladığı iddia edilen bir insan kafatasıydı. Daha sonra bunun bir aldatmaca olduğu ortaya çıkmıştır.
25 Şubat 1866'da madenciler, bir madende, yüzeyin 40 metre altındaki bir lav tabakasının içinde bir insan kafatası bulduklarını iddia ettiler ve bu kafatasını Harvard Üniversitesi'nde Jeoloji Profesörü olan ve o zamanlar Kaliforniya Eyalet Jeologu olarak görev yapan Josiah Whitney'e verdiler. Whitney kafatası onun eline geçmeden bir yıl önce insanların, mastodonların ve mamutların bir arada yaşadığına dair bir makale yayınlamıştı, daha sonradan Calavera Kafatasını bu iddiasına bir kanıt olarak kullanacaktı. Dikkatlice yaptığı çalışmalardan sonra, 16 Temmuz 1866'da Kaliforniya Bilimler Akademisi'nin düzenlediği bir toplantıda keşfini resmen duyurdu ve Kuzey Amerika'da Pliyosen yaşlı insanın varlığının kanıtlandığını ilan etti. Calaveras Kafatası, dünyadaki bilinen en eski insan olmuştu.
Elbette Calaveras Kafatası'nın gerçekliği hemen sorgulandı. 1869'da San Francisco Akşam Bülteni, bir madencinin şaka olsun diye böyle bir şey uydurduklarını söylediğine dair bir haber yaptı. Harvard'dan Thomas Wilson, 1879'da kafatasının üzerinde flor analizi yaptı ve sonuçlar kafatasının yakın zamanda ölen birine ait olduğuna dair bir sonuç çıktı.
Fakat Whitney kafatasının gerçek olduğuna dair asla tereddüt etmedi. Harvard'daki halefi F. W. Putnam da bunun gerçek olduğuna inanıyordu. 1901'de Putnam gerçeği keşfetmeye karar verdi ve Kaliforniya'ya gitti. Oradayken, 1865'te bir dizi Kızılderili kafatasından birinin yakındaki bir mezar alanından çıkarıldığı ve madencilerin bulması için özellikle madene yerleştirildiğine dair bir hikaye duydu. Putnam yine de kafatasının sahte olabileceğine dair şüpheye düşmedi, bunun yerine "Arkeologları tatmin edecek şekilde kafatasının gerçekte bulunduğu yeri belirlemek imkansız olabilir." dedi. Ayrıca kafatasının bulunduğu zaman yapılan açıklamalar ile eldeki kafatası incelenmiş ve Whitney'nin sahip olduğu kafatasının orijinal olarak bulunan kafatası olmadığını ortaya çıkmıştı.
Smithsonian Enstitüsü'nden antropolog William Henry Holmes 1900'lü yılların başında konuyla ilgili kapsamlı bir araştırma yaptı. Kafatasının yakınında bulunan bitki ve hayvan fosillerinin gerçekten gerçek olduğunu, ancak kafatasının çok modern olduğunu belirledi ve "insanın bir milyon yıl boyunca değişmeden kalabileceğini varsaymak, kabaca konuşursak... imkansızdır." şeklinde bir açıklama yaptı. Kafatasını bulan madencilerden biri, 1911'de kafatası üzerinde araştırma yapan J. M. Boutwell'e her şeyin kendilerinin uydurduğu bir aldatmaca olduğunu söyledi. Çünkü Sierra Nevada'daki madenciler, Whitney'den pek hoşlanmıyordu ve ona böyle bir şaka yapmak istemişlerdi. Ayrıca, yerel bir dükkan sahibi olan John C. Scribner kafatasının kendisinden satın alındığını iddia etti. Nihayetinde 1992'de yapılan radyokarbon testinde kafatasının yaklaşık 1000 yaşında olduğu tespit edilmiştir.
Cardiff Devi, 16 Ekim 1869'da New York, Cardiff'te William C. Newell'in ahırının arkasında bir kuyu kazan işçiler tarafından ortaya çıkarılan 3 metre boyunda "taşlaşmış adam"dır. Şu anda anda New York, Cooperstown'daki Çiftçi Müzesi'nde sergilenmektedir.
Cardiff Devi aslında George Hull adında bir New York tütüncüsü tarafından yapılmıştır. Bir ateist olan Hull, bir zamanlar Dünya'da yaşayan devlerin olduğunu iddia eden Yaratılış 6:4 hakkında yapılan Metodist bir canlanma toplantısında girdiği bir tartışmadan sonra devi yapmaya karar vermiştir. Ancak taşlaşmış bir adam fikri Hull'dan çıkmamıştır. 1858'de Alta California gazetesi, bir maden arayıcısının bir sıvı içtikten sonra taşlaştığını iddia eden sahte bir yazı yayınlamıştı. Diğer bazı gazeteler de sözde taşlaşmış insanların hikayelerini haber yaptı.
Hull, Iowa'ya Fort Dodge'da 3,2 metrelik bir alçı bloğunu ocaktan çıkarmak için adamlar kiraladı ve onlara bunun New York'taki Abraham Lincoln anıtı için tasarlandığını söyledi. Bloğu Şikago'ya gönderdi ve burada yaşayan Alman taş ustası Edward Burghardt'ı bir adama benzetmesi için tuttu ve ona bu konuda kimseye bir şey anlatmayacağına dair yemin ettirdi. Devi yaşlı ve yıpranmış göstermek için çeşitli lekeler ve asitler kullanıldı ve devin yüzeyi, gözenekleri simüle etmek için bir tahtaya gömülü çelik örgü iğneleriyle dövüldü. Kasım 1868'de Hull, devi demiryoluyla kuzeni William Newell'in çiftliğine taşıdı. O zamana kadar, bu aldatmaca için 2600 dolar (şimdinin parasıyla 50.000 dolara eşdeğer) harcamıştı.
Yaklaşık bir yıl sonra Newell bir kuyu kazdırmak için Gideon Emmons ve Henry Nichols'ı işe aldı ve 16 Ekim 1869'da devi buldular. Newell, hemen devin üzerine bir çadır kurdu ve onu görmek isteyenlerden 0,25 dolar (şimdinin parasıyla 5 dolara eşdeğer) ücret aldı. İki gün sonra da fiyatı ikiye katına çıkardı. Vagonlarla dolu insanlar devi görmeye geldi.
Arkeologlar devin sahte olduğunu söyledi ve bazı jeologlar, devin bulunduğu noktada bir kuyu kazmaya çalışmak için iyi bir neden olmadığını belirtti. Devi inceleyen ilk jeolog olan John F. Boynton, devin fosilleşmiş bir insan olamayacağını açıkladı, bunun yerli halkı etkilemek için 16. veya 17. yüzyılda bir Fransız Cizvit tarafından oyulmuş bir heykel olduğunu varsaydı. Yale paleontologu Othniel C. Marsh devi inceledi ve devin yüzyıllarca ıslak toprak örtüsüne gömülmüş olsaydı üzerinde hala yeni alet izleri olamayacağını belirtti. Devin aslında çözünebilir alçıdan yapılmış iyi bir aldatmaca olduğunu açıkladı. Ancak bazı ilahiyatçılar ve vaizler devin gerçek olduğunu savundu.
Sonunda Hull, kısmi hissesini 23.000 dolara (şimdinin parasıyla 471.000 dolara eşdeğer) David Hannum başkanlığındaki beş kişilik bir sendikaya sattı. Sendika devi sergilemek için New York Syracuse'a taşıdı. Dev insanların o kadar ilgisini çekti ki, şovmen P. T. Barnum devi satın almak için 50.000 dolar teklif etti. Sendika bu teklifi reddedince, Barnum da devin şeklini balmumunda gizlice modellemesi ve alçıdan bir kopyası oluşturması için bir adam tuttu. Kendi devini yaptırdıktan sonra hemen onu sergilemeye başladı, Kendisinde olanın gerçek Cardiff Devi olduğunu ve diğerinin sahte olduğunu iddia etti. Gazeteler hikayenin Barnum versiyonunu yazdı, sendika başkanı olan David Hannum, Barnum'un devini görmek için para ödeyen seyircilere atıfta bulunarak "Her dakika bir enayi doğuyor." dedi. Hannum, Barnum'a devini sahte olarak adlandırdığı için dava açtı, ancak yargıç Hannum'a eğer lehte bir ihtiyati tedbir istiyorsa, mahkemede devinin gerçekliği üzerine yemin etmesini söyledi.
10 Aralık 1869'da Hull bir basın açıklaması yaparak her şeyi itiraf etti ve 2 Şubat 1870'de mahkeme kararıyla her iki devin de sahte olduğu ortaya ilan edildi.
Kariong Hiyeroglifleri olarak da bilinen Gosford Glifleri, Avustralya'nın New South Wales eyaletine bağlı Kariong şehrinde bulunan sayısı 300 adet ve Mısır hiyeroglifleri olduğu iddia edilen bir glif grubudur. Brisbane Su Milli Parkı içinde, Gosford ve Woy Woy arasında yer alan Aborijin petrogliflerinin çokluğu ile bilinen bir bölgede bulunur. Glifler, 1970'lerde keşfedildikten sonra yetkililer ve akademisyenler tarafından bir aldatmaca olarak kabul edilmiştir, ancak halen bu glifleri yaklaşık 4.500 yıl önce yaşmış olan eski Mısırlılar tarafından oyulduklarına dair inanç sürmektedir.
Gosford Glifleri, Mısır ve Sudan dışındaki en büyük Mısır hiyeroglif koleksiyonudur. Mısır gliflerine dair söylentiler 1920'lerden beri var olsa da, bu glifler ilk olarak 1983'te Ulusal Parklar ve Yaban Hayatı Servisi tarafından resmen tanınmıştır.
Oymalar ilk olarak 1975'te bölgeyi yedi yıldır ziyaret eden yerel bir araştırmacı olan Alan Dash tarafından bulunmuştur. Dash burayı beş yıl boyunca ziyaret etmeye devam etti ve her ziyaretinde hiyeroglif sayısının arttığını bildirdi. Keşfedilene kadar, gliflerin yeri kum ve kayalarla kaplıydı ve etrafı aşırı büyümüş bir bitki örtüsüne sahipti. 1983 yılında, o zamanlar Ulusal Parklar ve Yaban Hayatı Servisi'nde bir kaya sanatı konservatörü olarak görev yapan David Lamber, yaşı bir yıldan daha az olduğunu tahmin ettiği bazı temiz kesilmiş hiyeroglifler buldu. 1990'ların ortalarından itibaren glifler kamuoyunun dikkatini çekmeye başladı.
Glifler, yaklaşık 15 metre uzunluğunda ve 3 metre yüksekliğinde birbirine paralel iki kumtaşı duvarına oyulmuştur. Gliflerin uzunlukları 5 santimetre ile 60 santimetre arasında ve derinlikleri ise 1 santimetre ile 2,5 santimetre arasında değişmektedir. Eski Mısır ve Orta Mısır gliflerinin ilkel prototipleridir ve anlamlarını yalnızca çizimleriyle anlatırlar. Doğu duvarındaki yazıtlar, baskın okyanus rüzgarları nedeniyle daha fazla aşınmış olan batıdakilere göre daha derin oyulmuştur. Yarıkların her iki duvarındaki glifler 26 paragraf civarındadır ve duvarlar, muhtemelen kırmızı aşı boyası (demir oksit) kullanımından kaynaklanan koyu kırmızı bir renge sahiptir.
Kayıkları, tavukları, köpekleri, baykuşları, sopa adamları, bir köpeğin kemiğini ve kralların isimleri gibi görünen iki kartuşu tasvir ederler. Bu krallardan biri Khufu (Dördüncü Hanedan'ın ikinci kralı, MÖ 2637-2614), diğerinin kim olduğu ise belirsizdir. Bu isimlere aynı şahsi isim ve taht ismi verilmiştir. Gliflerin içerisinde Mısır tanrısı Anubis'in bir oyması da vardır. Bu gliflerin çevirisini yaptığını iddia eden Queensland'da yaşayan bir Mısırbilimci olan Ray Johnson'a göre, oymalar kardeşi Nefer-Djeseb ile bir yolculuğa çıkmış Mısır kraliyet ailesinin bir üyesi olan ve burada bir yılan sokmasından dolayı ölen Lord Nefer-ti-ru'nun mezar yerini işaret etmektedir.
Profesör Ockinga, "Gosford Glifleri'nin herçek hiyeroglif olarak kabul edilmemelerinin birçok nedeni var. Kullanılan işaretlerin gerçek şekilleri tamamen kusurlu. İnsanların Keops zamanından 2500 yıl sonrasına kadar icat edilmemiş işaretlerden metinler yazmalarına imkan yoktur." şeklinde bir açıklama yapmış ve bu gliflerin 1920'lerde Tutankhamun Mezarı'nın ortaya çıkarılmasından sonra eski Mısır'da genel bir ilgi olduğunda Avustralyalı askerler tarafından yapılmış olabileceğini öne sürmüştür. 1910'ların ortalarından 1920'lerin başlarına kadar Mısır Sultanlığı'nda görev yapmış olan askerler, oradan geri dönen bir asker tarafından yapıldığı bilinen bir Sfenks ve piramit şeklindeki oymaların bir örneğini göstermişlerdir.
Avustralyalı Mısırbilimci Profesör Naguib Kanawati, aynı kaya üzerindeki hiyerogliflerin çok farklı dönemlere ait ve bazılarının da geriye doğru oyulmuş olduğu sonucuna vararak, bunların orijinal olmadığını ve 1980'lerin başında yapıldıklarını söylemiştir. Bu gliflerin 1970'lerde ders kitaplarından onları kopyalayan lise öğrencilerinin veya 1980'lerin Mısırbilime ilgi duyan bir Yugoslav göçmeni tarafından yapıldığına dair teoriler vardır. Jeologlar, hiyerogliflerin oyulduğu kumtaşının hızla aşındığını ve bunların yakınlardaki 250 yıllık Aborijin petrogliflerinin çok daha fazla aşındıklarını belirtmişlerdir.
Elbette bunların aksi görüşler de vardır. Newcastle Üniversitesi'nden doktora derecesiyle mezun olan doktor Hans-Dieter von Senff, Avustralya'nın Üçüncü Hanedanlık döneminde [yaklaşık 5000 yıl önce] keşfedildiğini iddia etmektedir. Ona göre Mısırlılar Cape York Yarımadası'na inmiş ve güneye doğru hareket etmiştir. Yerli tarihçi Steven Strong da gliflerin gerçekliğine inanmaktadır. Konu hakkında ise "Onlar [Mısırlılar] 5000 yıl önce kutsal bir tatilin parçası olarak buraya geldiler. Aborijinlerle bilgi alışverişinde bulunmak istediler, ancak getirdiklerinden çok daha fazlasını öğrendiler." demiştir. Strong'a göre, bu iki halk arasındaki etkileşim, Mısırlı gezginlerin çölden kutsal taşlar çalarken yakalandıkları 17. yüzyıla kadar devam etmiştir. Hırsızlık olayından sonra Aborijinler onları Sidney'deki Balmoral Plajı'na kadar kovalamış ve öldürmüştür.
Ica Taşları, Peru'nun Ica Eyaletinde bulunan ve üzerinde çeşitli diyagramlar olan andezit taşlardır. Bu taşların üzerinde dinozor tasvirleri ve ileri teknoloji olduğu iddia edilen şeyler vardır.
Taşlar andezitten oluşmaktadır. Boyutları 3 santimetre × 2.5 santimetre × 1.5 santimetre ile 40 santimetre arasında değişmektedir. Taşların üzerinde ince bir tabaka vardır. Bu tabakanın bir kısmı kile dönüşmüş ve Mohs mineral sertliği ölçeğinde 3 ila 4 arasında derecelendirilen, çizilebilen daha yumuşak bir malzeme halini almıştır. Tasvir biçimleri birbirlerinden çok farklıdır. Bunlardan bazıları doğrudan oyulmuş, bazıları da alt kısımları kaldırılarak kabartma şeklinde yapılmıştır. Taşların üzerindeki tasvirler basit resimlerden, karmaşık tasarımlara kadar çeşitlilik gösterir. Bazı tasarımlar Paracas, Nazca, Tiwanaku veya İnka kültürlerine ait olduğu kabul edilebilecek tarzdadır. Resimlerden bazıları çiçeklere, balıklara veya çeşitli türlerdeki canlı hayvanlara aittir. Diğerleri ise dinozorlar, gelişmiş tıbbi çalışmalar ve haritalar gibi o dönemde bilinemeyecek şeylerden oluşmaktadır.
1960'larda Javier Cabrera Darquea isimli bir adam taşları toplamaya ve popülerleştirmeye başladı ve taşların birçoğunu da Basilio Uschuya adlı bir çiftçiden aldı. Uschuya bunların gerçek antik eserler olduğunu iddia etti. 1977'de BBC'nin çektiği Tanrılara Giden Yol belgeseli sırasında taşları bulduğunu iddia eden Uschuya, dişçi matkabı ile bir taşı oydu ve oyduğu bu taşı inek gübresinde pişirerek sahte bir Ica Taşı yaptı. Aynı yıl, Cabrera'nın taşlarının analizini içeren başka bir BBC belgeseli daha yayınlandı. Peru yasaları arkeolojik keşiflerin satışını yasakladığı için Perulu yetkililer Uschuya hakkında tutuklama kararı çıkardı. Uschuya da bunun üzerine aslında taşları bulmadığını ve hepsini kendisinin yaptığını itiraf etti. İtirafından dolayı tutuklanmadı ve benzer taşları turistlere biblo olarak satmaya devam etti. Ica Taşları'nın aldatmaca olduklarını kanıtlandığı halde, halen bölge yerlileri tarafından yapılmakta ve satılmaktadır.
Los Lunas Dekalog Taşı, New Mexico'nun Albuquerque şehrinin yaklaşık 56 kilometre güneyinde bulunan Los Lunas yakınlarındaki Gizli Dağ'ın yamacında bulunan, üzerinde oyma yazılar yer alan bir kayadır. Bu taş aynı zamanda Los Lunas'ın Gizemli Taşı veya Emir Kayası olarak da bilinir. Taşın gerçekliğine dair tartışmalar halen sürmektedir.
Taştan ilk olarak 1933'te, New Mexico Üniversitesi'nden bir arkeolog olan profesör Frank Hibben'in (1910-2002) bahsetmiştir. 1996'da yapılan bir röportaja göre, Hibben yazıtın eski ve bu nedenle gerçek olduğunu düşünmüştür. Taş ilk bulunduğunda etrafı liken ve patinasyonla kaplıydı ve neredeyse görünmüyordu. Söylediğine göre ona taşı, 1880'lerde taşı çocukken gördüğünü iddia eden bir rehber göstermiştir." Birçok uzman Hibben'in en az iki ayrı olayda, Clovis öncesi göç teorisini desteklemek için arkeolojik verilerinin bir kısmını veya tamamını kendi uydurduğu yönündedir.
Taşın ağırlığı 80 tonun üzerinde olduğu için, üzerinde çalışmak veya korumak için hiçbir zaman bir müzeye veya laboratuvara taşınamamıştır. Birçok ziyaretçi yıllar boyunca taşın üzerini temizlemiş ve muhtemelen yazıtın bilimsel analizinden elde edilebilecek önemli bulguları yok etmiştir. Bununla birlikte jeolog George E. Morehouse, onu yakınlardaki bir başka modern bir yazıtla karşılaştırarak, yazıtın 500 ila 2000 yıllık olabileceğini tahmin etmiştir. Taşın yeni gibi görünmesini de sürekli fırçalanmasına bağlamıştır.
Taşın korunması için herhangi bir şey yapılmaığından Nisan 2006'da kimliği belirsiz kişiler tarafından taşın üzerindeki yazının ilk satırı silinmiştir. Her ne kadar taşın 1880'lerde keşfedildiği söylense de, taşın üzerindeki Fenike yazısıyla yakından ilişkili olan Paleo-İbrani yazısı, bilim adamları tarafından o dönemlerde biliniyordu. Bu nedenle taşın bir aldatmaca olduğu düşünülmektedir.
Babylonokia
Babylonokia, 2012 yılında Karl Weingärtner tarafından cep telefonu biçiminde yapılmış, üzerinde çivi yazısıyla şekillenmiş ekranı ve tuşları olan kilden bir tablettir.
Weingärtner, eseri antik dünyadan günümüze bilgi transferinin evrimini temsil etmek için yapmıştır. Çevre bilimciler ve sözde arkeoloji savunucuları daha sonradan bu sanat eserinin bir fotoğrafını 800 yıllık bir arkeolojik bulgu olarak etrafa yaymışlardır. Sonradan bu olay bir YouTube kanalı olan Paranormal Crucible'daki bir videoda işlenmiş ve iyice popüler hale gelmiştir. Bu yanlış yönlendirmeler yüzünden kil tablet bazı basın kaynakları tarafından bir çok büyük bir gizem olarak haber yapılmıştır.
Acámbaro Figürleri
Acámbaro Figürleri, Waldemar Julsrud tarafından Temmuz 1944'te Meksika'nın Guanajuato kentinin Acámbaro şehrinde bulunduğu iddia edilen yaklaşık 33.000 küçük seramik figürdür. Figürlerin bazıları insanlar tarafından dinozorlara benzetilmiştir. Bazı Dünya yaratılışçıları, bilimsel tarihleme yöntemlerine şüphe düşürmek ve potansiyel olarak Tekvin yaratılış anlatısının gerçek bir yorumuna destek sunmak amacıyla, figürlerin varlığını dinozorların ve insanların bir arada yaşadığına dair güvenilir kanıtlar olarak öne sürmüştür.
Figürlerin yaşını hesaplamak için termolüminesans isimli bir tarihleme yöntemi kullanılarak rakamların tarihlendirilmesi için girişimlerde bulunulmuştur. Termolüminesans tarihleme yönteminin yeni bulunduğu zamanlarda yapılan testlerden elde edilen sonuçlara göre figürler MÖ 2500 civarında bir tarihte yapılmıştı. Ancak daha sonraki testler bu bulgularla çelişmiştir. 1976'da Gary W. Carriveau ve Mark C. Han, yine termolüminesans yöntemini kullanarak yirmi Acámbaro figürü üzerinde çalışmıştır. Yaptıkları çalışmaya göre figürler 450 °C ile 650 °C arasındaki sıcaklıklarda pişirilmişti, bu da bu rakamların doğru bir şekilde tarihlendirilemeyecek kadar düşük sıcaklıklarda pişirildiği iddialarıyla çelişiyordu. Bununla birlikte örneklerin hiçbiri termolüminesans yönteminin ayrı bir kolu olan "plato testinden" başarıyla geçememiştir. Yeniden ölçüm yapılan figürlerde bulunan sinyal yenilenme derecesine dayanarak figürlerin 1940'lı yıllarda yapılmış olabileceği sonucu ortaya çıkmıştır.
Calaveras Kafatası
Calaveras Kafatası; Kaliforniya'nın Calaveras ilçesinde madenciler tarafından bulunan ve insanların, mastodonların ve mamutların bir arada yaşadığını kanıtladığı iddia edilen bir insan kafatasıydı. Daha sonra bunun bir aldatmaca olduğu ortaya çıkmıştır.
25 Şubat 1866'da madenciler, bir madende, yüzeyin 40 metre altındaki bir lav tabakasının içinde bir insan kafatası bulduklarını iddia ettiler ve bu kafatasını Harvard Üniversitesi'nde Jeoloji Profesörü olan ve o zamanlar Kaliforniya Eyalet Jeologu olarak görev yapan Josiah Whitney'e verdiler. Whitney kafatası onun eline geçmeden bir yıl önce insanların, mastodonların ve mamutların bir arada yaşadığına dair bir makale yayınlamıştı, daha sonradan Calavera Kafatasını bu iddiasına bir kanıt olarak kullanacaktı. Dikkatlice yaptığı çalışmalardan sonra, 16 Temmuz 1866'da Kaliforniya Bilimler Akademisi'nin düzenlediği bir toplantıda keşfini resmen duyurdu ve Kuzey Amerika'da Pliyosen yaşlı insanın varlığının kanıtlandığını ilan etti. Calaveras Kafatası, dünyadaki bilinen en eski insan olmuştu.
Elbette Calaveras Kafatası'nın gerçekliği hemen sorgulandı. 1869'da San Francisco Akşam Bülteni, bir madencinin şaka olsun diye böyle bir şey uydurduklarını söylediğine dair bir haber yaptı. Harvard'dan Thomas Wilson, 1879'da kafatasının üzerinde flor analizi yaptı ve sonuçlar kafatasının yakın zamanda ölen birine ait olduğuna dair bir sonuç çıktı.
Fakat Whitney kafatasının gerçek olduğuna dair asla tereddüt etmedi. Harvard'daki halefi F. W. Putnam da bunun gerçek olduğuna inanıyordu. 1901'de Putnam gerçeği keşfetmeye karar verdi ve Kaliforniya'ya gitti. Oradayken, 1865'te bir dizi Kızılderili kafatasından birinin yakındaki bir mezar alanından çıkarıldığı ve madencilerin bulması için özellikle madene yerleştirildiğine dair bir hikaye duydu. Putnam yine de kafatasının sahte olabileceğine dair şüpheye düşmedi, bunun yerine "Arkeologları tatmin edecek şekilde kafatasının gerçekte bulunduğu yeri belirlemek imkansız olabilir." dedi. Ayrıca kafatasının bulunduğu zaman yapılan açıklamalar ile eldeki kafatası incelenmiş ve Whitney'nin sahip olduğu kafatasının orijinal olarak bulunan kafatası olmadığını ortaya çıkmıştı.
Smithsonian Enstitüsü'nden antropolog William Henry Holmes 1900'lü yılların başında konuyla ilgili kapsamlı bir araştırma yaptı. Kafatasının yakınında bulunan bitki ve hayvan fosillerinin gerçekten gerçek olduğunu, ancak kafatasının çok modern olduğunu belirledi ve "insanın bir milyon yıl boyunca değişmeden kalabileceğini varsaymak, kabaca konuşursak... imkansızdır." şeklinde bir açıklama yaptı. Kafatasını bulan madencilerden biri, 1911'de kafatası üzerinde araştırma yapan J. M. Boutwell'e her şeyin kendilerinin uydurduğu bir aldatmaca olduğunu söyledi. Çünkü Sierra Nevada'daki madenciler, Whitney'den pek hoşlanmıyordu ve ona böyle bir şaka yapmak istemişlerdi. Ayrıca, yerel bir dükkan sahibi olan John C. Scribner kafatasının kendisinden satın alındığını iddia etti. Nihayetinde 1992'de yapılan radyokarbon testinde kafatasının yaklaşık 1000 yaşında olduğu tespit edilmiştir.
Cardiff Devi
Cardiff Devi, 16 Ekim 1869'da New York, Cardiff'te William C. Newell'in ahırının arkasında bir kuyu kazan işçiler tarafından ortaya çıkarılan 3 metre boyunda "taşlaşmış adam"dır. Şu anda anda New York, Cooperstown'daki Çiftçi Müzesi'nde sergilenmektedir.
Cardiff Devi aslında George Hull adında bir New York tütüncüsü tarafından yapılmıştır. Bir ateist olan Hull, bir zamanlar Dünya'da yaşayan devlerin olduğunu iddia eden Yaratılış 6:4 hakkında yapılan Metodist bir canlanma toplantısında girdiği bir tartışmadan sonra devi yapmaya karar vermiştir. Ancak taşlaşmış bir adam fikri Hull'dan çıkmamıştır. 1858'de Alta California gazetesi, bir maden arayıcısının bir sıvı içtikten sonra taşlaştığını iddia eden sahte bir yazı yayınlamıştı. Diğer bazı gazeteler de sözde taşlaşmış insanların hikayelerini haber yaptı.
Hull, Iowa'ya Fort Dodge'da 3,2 metrelik bir alçı bloğunu ocaktan çıkarmak için adamlar kiraladı ve onlara bunun New York'taki Abraham Lincoln anıtı için tasarlandığını söyledi. Bloğu Şikago'ya gönderdi ve burada yaşayan Alman taş ustası Edward Burghardt'ı bir adama benzetmesi için tuttu ve ona bu konuda kimseye bir şey anlatmayacağına dair yemin ettirdi. Devi yaşlı ve yıpranmış göstermek için çeşitli lekeler ve asitler kullanıldı ve devin yüzeyi, gözenekleri simüle etmek için bir tahtaya gömülü çelik örgü iğneleriyle dövüldü. Kasım 1868'de Hull, devi demiryoluyla kuzeni William Newell'in çiftliğine taşıdı. O zamana kadar, bu aldatmaca için 2600 dolar (şimdinin parasıyla 50.000 dolara eşdeğer) harcamıştı.
Yaklaşık bir yıl sonra Newell bir kuyu kazdırmak için Gideon Emmons ve Henry Nichols'ı işe aldı ve 16 Ekim 1869'da devi buldular. Newell, hemen devin üzerine bir çadır kurdu ve onu görmek isteyenlerden 0,25 dolar (şimdinin parasıyla 5 dolara eşdeğer) ücret aldı. İki gün sonra da fiyatı ikiye katına çıkardı. Vagonlarla dolu insanlar devi görmeye geldi.
Arkeologlar devin sahte olduğunu söyledi ve bazı jeologlar, devin bulunduğu noktada bir kuyu kazmaya çalışmak için iyi bir neden olmadığını belirtti. Devi inceleyen ilk jeolog olan John F. Boynton, devin fosilleşmiş bir insan olamayacağını açıkladı, bunun yerli halkı etkilemek için 16. veya 17. yüzyılda bir Fransız Cizvit tarafından oyulmuş bir heykel olduğunu varsaydı. Yale paleontologu Othniel C. Marsh devi inceledi ve devin yüzyıllarca ıslak toprak örtüsüne gömülmüş olsaydı üzerinde hala yeni alet izleri olamayacağını belirtti. Devin aslında çözünebilir alçıdan yapılmış iyi bir aldatmaca olduğunu açıkladı. Ancak bazı ilahiyatçılar ve vaizler devin gerçek olduğunu savundu.
Sonunda Hull, kısmi hissesini 23.000 dolara (şimdinin parasıyla 471.000 dolara eşdeğer) David Hannum başkanlığındaki beş kişilik bir sendikaya sattı. Sendika devi sergilemek için New York Syracuse'a taşıdı. Dev insanların o kadar ilgisini çekti ki, şovmen P. T. Barnum devi satın almak için 50.000 dolar teklif etti. Sendika bu teklifi reddedince, Barnum da devin şeklini balmumunda gizlice modellemesi ve alçıdan bir kopyası oluşturması için bir adam tuttu. Kendi devini yaptırdıktan sonra hemen onu sergilemeye başladı, Kendisinde olanın gerçek Cardiff Devi olduğunu ve diğerinin sahte olduğunu iddia etti. Gazeteler hikayenin Barnum versiyonunu yazdı, sendika başkanı olan David Hannum, Barnum'un devini görmek için para ödeyen seyircilere atıfta bulunarak "Her dakika bir enayi doğuyor." dedi. Hannum, Barnum'a devini sahte olarak adlandırdığı için dava açtı, ancak yargıç Hannum'a eğer lehte bir ihtiyati tedbir istiyorsa, mahkemede devinin gerçekliği üzerine yemin etmesini söyledi.
10 Aralık 1869'da Hull bir basın açıklaması yaparak her şeyi itiraf etti ve 2 Şubat 1870'de mahkeme kararıyla her iki devin de sahte olduğu ortaya ilan edildi.
Gosford Glifleri
Kariong Hiyeroglifleri olarak da bilinen Gosford Glifleri, Avustralya'nın New South Wales eyaletine bağlı Kariong şehrinde bulunan sayısı 300 adet ve Mısır hiyeroglifleri olduğu iddia edilen bir glif grubudur. Brisbane Su Milli Parkı içinde, Gosford ve Woy Woy arasında yer alan Aborijin petrogliflerinin çokluğu ile bilinen bir bölgede bulunur. Glifler, 1970'lerde keşfedildikten sonra yetkililer ve akademisyenler tarafından bir aldatmaca olarak kabul edilmiştir, ancak halen bu glifleri yaklaşık 4.500 yıl önce yaşmış olan eski Mısırlılar tarafından oyulduklarına dair inanç sürmektedir.
Gosford Glifleri, Mısır ve Sudan dışındaki en büyük Mısır hiyeroglif koleksiyonudur. Mısır gliflerine dair söylentiler 1920'lerden beri var olsa da, bu glifler ilk olarak 1983'te Ulusal Parklar ve Yaban Hayatı Servisi tarafından resmen tanınmıştır.
Oymalar ilk olarak 1975'te bölgeyi yedi yıldır ziyaret eden yerel bir araştırmacı olan Alan Dash tarafından bulunmuştur. Dash burayı beş yıl boyunca ziyaret etmeye devam etti ve her ziyaretinde hiyeroglif sayısının arttığını bildirdi. Keşfedilene kadar, gliflerin yeri kum ve kayalarla kaplıydı ve etrafı aşırı büyümüş bir bitki örtüsüne sahipti. 1983 yılında, o zamanlar Ulusal Parklar ve Yaban Hayatı Servisi'nde bir kaya sanatı konservatörü olarak görev yapan David Lamber, yaşı bir yıldan daha az olduğunu tahmin ettiği bazı temiz kesilmiş hiyeroglifler buldu. 1990'ların ortalarından itibaren glifler kamuoyunun dikkatini çekmeye başladı.
Glifler, yaklaşık 15 metre uzunluğunda ve 3 metre yüksekliğinde birbirine paralel iki kumtaşı duvarına oyulmuştur. Gliflerin uzunlukları 5 santimetre ile 60 santimetre arasında ve derinlikleri ise 1 santimetre ile 2,5 santimetre arasında değişmektedir. Eski Mısır ve Orta Mısır gliflerinin ilkel prototipleridir ve anlamlarını yalnızca çizimleriyle anlatırlar. Doğu duvarındaki yazıtlar, baskın okyanus rüzgarları nedeniyle daha fazla aşınmış olan batıdakilere göre daha derin oyulmuştur. Yarıkların her iki duvarındaki glifler 26 paragraf civarındadır ve duvarlar, muhtemelen kırmızı aşı boyası (demir oksit) kullanımından kaynaklanan koyu kırmızı bir renge sahiptir.
Kayıkları, tavukları, köpekleri, baykuşları, sopa adamları, bir köpeğin kemiğini ve kralların isimleri gibi görünen iki kartuşu tasvir ederler. Bu krallardan biri Khufu (Dördüncü Hanedan'ın ikinci kralı, MÖ 2637-2614), diğerinin kim olduğu ise belirsizdir. Bu isimlere aynı şahsi isim ve taht ismi verilmiştir. Gliflerin içerisinde Mısır tanrısı Anubis'in bir oyması da vardır. Bu gliflerin çevirisini yaptığını iddia eden Queensland'da yaşayan bir Mısırbilimci olan Ray Johnson'a göre, oymalar kardeşi Nefer-Djeseb ile bir yolculuğa çıkmış Mısır kraliyet ailesinin bir üyesi olan ve burada bir yılan sokmasından dolayı ölen Lord Nefer-ti-ru'nun mezar yerini işaret etmektedir.
Profesör Ockinga, "Gosford Glifleri'nin herçek hiyeroglif olarak kabul edilmemelerinin birçok nedeni var. Kullanılan işaretlerin gerçek şekilleri tamamen kusurlu. İnsanların Keops zamanından 2500 yıl sonrasına kadar icat edilmemiş işaretlerden metinler yazmalarına imkan yoktur." şeklinde bir açıklama yapmış ve bu gliflerin 1920'lerde Tutankhamun Mezarı'nın ortaya çıkarılmasından sonra eski Mısır'da genel bir ilgi olduğunda Avustralyalı askerler tarafından yapılmış olabileceğini öne sürmüştür. 1910'ların ortalarından 1920'lerin başlarına kadar Mısır Sultanlığı'nda görev yapmış olan askerler, oradan geri dönen bir asker tarafından yapıldığı bilinen bir Sfenks ve piramit şeklindeki oymaların bir örneğini göstermişlerdir.
Avustralyalı Mısırbilimci Profesör Naguib Kanawati, aynı kaya üzerindeki hiyerogliflerin çok farklı dönemlere ait ve bazılarının da geriye doğru oyulmuş olduğu sonucuna vararak, bunların orijinal olmadığını ve 1980'lerin başında yapıldıklarını söylemiştir. Bu gliflerin 1970'lerde ders kitaplarından onları kopyalayan lise öğrencilerinin veya 1980'lerin Mısırbilime ilgi duyan bir Yugoslav göçmeni tarafından yapıldığına dair teoriler vardır. Jeologlar, hiyerogliflerin oyulduğu kumtaşının hızla aşındığını ve bunların yakınlardaki 250 yıllık Aborijin petrogliflerinin çok daha fazla aşındıklarını belirtmişlerdir.
Elbette bunların aksi görüşler de vardır. Newcastle Üniversitesi'nden doktora derecesiyle mezun olan doktor Hans-Dieter von Senff, Avustralya'nın Üçüncü Hanedanlık döneminde [yaklaşık 5000 yıl önce] keşfedildiğini iddia etmektedir. Ona göre Mısırlılar Cape York Yarımadası'na inmiş ve güneye doğru hareket etmiştir. Yerli tarihçi Steven Strong da gliflerin gerçekliğine inanmaktadır. Konu hakkında ise "Onlar [Mısırlılar] 5000 yıl önce kutsal bir tatilin parçası olarak buraya geldiler. Aborijinlerle bilgi alışverişinde bulunmak istediler, ancak getirdiklerinden çok daha fazlasını öğrendiler." demiştir. Strong'a göre, bu iki halk arasındaki etkileşim, Mısırlı gezginlerin çölden kutsal taşlar çalarken yakalandıkları 17. yüzyıla kadar devam etmiştir. Hırsızlık olayından sonra Aborijinler onları Sidney'deki Balmoral Plajı'na kadar kovalamış ve öldürmüştür.
Ica Taşları
Ica Taşları, Peru'nun Ica Eyaletinde bulunan ve üzerinde çeşitli diyagramlar olan andezit taşlardır. Bu taşların üzerinde dinozor tasvirleri ve ileri teknoloji olduğu iddia edilen şeyler vardır.
Taşlar andezitten oluşmaktadır. Boyutları 3 santimetre × 2.5 santimetre × 1.5 santimetre ile 40 santimetre arasında değişmektedir. Taşların üzerinde ince bir tabaka vardır. Bu tabakanın bir kısmı kile dönüşmüş ve Mohs mineral sertliği ölçeğinde 3 ila 4 arasında derecelendirilen, çizilebilen daha yumuşak bir malzeme halini almıştır. Tasvir biçimleri birbirlerinden çok farklıdır. Bunlardan bazıları doğrudan oyulmuş, bazıları da alt kısımları kaldırılarak kabartma şeklinde yapılmıştır. Taşların üzerindeki tasvirler basit resimlerden, karmaşık tasarımlara kadar çeşitlilik gösterir. Bazı tasarımlar Paracas, Nazca, Tiwanaku veya İnka kültürlerine ait olduğu kabul edilebilecek tarzdadır. Resimlerden bazıları çiçeklere, balıklara veya çeşitli türlerdeki canlı hayvanlara aittir. Diğerleri ise dinozorlar, gelişmiş tıbbi çalışmalar ve haritalar gibi o dönemde bilinemeyecek şeylerden oluşmaktadır.
1960'larda Javier Cabrera Darquea isimli bir adam taşları toplamaya ve popülerleştirmeye başladı ve taşların birçoğunu da Basilio Uschuya adlı bir çiftçiden aldı. Uschuya bunların gerçek antik eserler olduğunu iddia etti. 1977'de BBC'nin çektiği Tanrılara Giden Yol belgeseli sırasında taşları bulduğunu iddia eden Uschuya, dişçi matkabı ile bir taşı oydu ve oyduğu bu taşı inek gübresinde pişirerek sahte bir Ica Taşı yaptı. Aynı yıl, Cabrera'nın taşlarının analizini içeren başka bir BBC belgeseli daha yayınlandı. Peru yasaları arkeolojik keşiflerin satışını yasakladığı için Perulu yetkililer Uschuya hakkında tutuklama kararı çıkardı. Uschuya da bunun üzerine aslında taşları bulmadığını ve hepsini kendisinin yaptığını itiraf etti. İtirafından dolayı tutuklanmadı ve benzer taşları turistlere biblo olarak satmaya devam etti. Ica Taşları'nın aldatmaca olduklarını kanıtlandığı halde, halen bölge yerlileri tarafından yapılmakta ve satılmaktadır.
Los Lunas Dekalog Taşı
Los Lunas Dekalog Taşı, New Mexico'nun Albuquerque şehrinin yaklaşık 56 kilometre güneyinde bulunan Los Lunas yakınlarındaki Gizli Dağ'ın yamacında bulunan, üzerinde oyma yazılar yer alan bir kayadır. Bu taş aynı zamanda Los Lunas'ın Gizemli Taşı veya Emir Kayası olarak da bilinir. Taşın gerçekliğine dair tartışmalar halen sürmektedir.
Taştan ilk olarak 1933'te, New Mexico Üniversitesi'nden bir arkeolog olan profesör Frank Hibben'in (1910-2002) bahsetmiştir. 1996'da yapılan bir röportaja göre, Hibben yazıtın eski ve bu nedenle gerçek olduğunu düşünmüştür. Taş ilk bulunduğunda etrafı liken ve patinasyonla kaplıydı ve neredeyse görünmüyordu. Söylediğine göre ona taşı, 1880'lerde taşı çocukken gördüğünü iddia eden bir rehber göstermiştir." Birçok uzman Hibben'in en az iki ayrı olayda, Clovis öncesi göç teorisini desteklemek için arkeolojik verilerinin bir kısmını veya tamamını kendi uydurduğu yönündedir.
Taşın ağırlığı 80 tonun üzerinde olduğu için, üzerinde çalışmak veya korumak için hiçbir zaman bir müzeye veya laboratuvara taşınamamıştır. Birçok ziyaretçi yıllar boyunca taşın üzerini temizlemiş ve muhtemelen yazıtın bilimsel analizinden elde edilebilecek önemli bulguları yok etmiştir. Bununla birlikte jeolog George E. Morehouse, onu yakınlardaki bir başka modern bir yazıtla karşılaştırarak, yazıtın 500 ila 2000 yıllık olabileceğini tahmin etmiştir. Taşın yeni gibi görünmesini de sürekli fırçalanmasına bağlamıştır.
Taşın korunması için herhangi bir şey yapılmaığından Nisan 2006'da kimliği belirsiz kişiler tarafından taşın üzerindeki yazının ilk satırı silinmiştir. Her ne kadar taşın 1880'lerde keşfedildiği söylense de, taşın üzerindeki Fenike yazısıyla yakından ilişkili olan Paleo-İbrani yazısı, bilim adamları tarafından o dönemlerde biliniyordu. Bu nedenle taşın bir aldatmaca olduğu düşünülmektedir.
Son düzenleme: