Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Neler yeni

1 Mayıs 1977 ''Kanlı 1 Mayıs''



Ön Edit : Aşağıda okuyacak olduğunuz yazı tamamen tarihi bir olay üzerine yazılmış olup, konu içerisinde herhangi şekilde siyasi bir tartışma yapılmaması önemle rica olunur. Yorum yapmak isteyen okuyucular şu adresten (link) yorumlarını paylaşabilirler.

Türkiye’nin yakın geçmişine ‘’kanlı 1 Mayıs’’ olarak adını yazdıran ve 1 Mayıs 1977 tarihinde yaşanan olay neticesinde, 34 kişi hayatını kaybetmiş ve 126 kişi yaralanmıştır. Bu olay işçi sınıfı tarihindeki en büyük katliamlarından birisi olarak yorumlanmaktadır. Çoğu kesim yaşanan bu olayın ABD desteğindeki hakim güçlerin işçi sınıfının ve solun Türkiye’deki yükselişini durdurma konusunda kararlı olduğu, bu yüzden mitingin başarıyla sona ermesine izin vermeyeceği ve bunun sonucu olarak bir provokasyonun tasarlanıp uygulandığını savunmaktadır. Her ne kadar olayın içerisinde Amerika veya kontrgerillanın parmağı olduğu savı öne sürülse de bu iddialar günümüze kadar açıklığa kavuşturulamamıştır. Yine aynı dönemde Bülent Ecevit’in CHP’sinin, Necmeddin Erbakan’ın MSP’si ile oluşturduğu koalisyonun sona ermesiyle Süleyman Demirel başkanlığında kurulan yeni hükümetin ismini ‘
’Milliyeçi Cephe’’ olarak belirlemesi ülkenin yaşadığı hizipleşmeyi ciddi manada arttırmıştı. Bununla birlikte Kıbrıs Barış Harekatı sonrası uygulanan ambargo ülkenin ekonomik sıkıntılarını daha da arttırmıştı. Dolayısıyla ‘’Kanlı 1 Mayıs’’ olayını ülkenin bu gelişmeden 1 sene önceki siyasi ve ülke içi durumunu değerlendirerek ele almakta fayda var.








Yukarıda zikrettiğimiz şekilde olayın yaşandığı dönemde Milliyetçi Cephe hükümeti iktidardaydı ve hükümet bir yandan dış baskılarla, diğer yandan ise iç sorunlarla uğraşmak zorunda kalıyordu. Milliyetçi Cephe hükümeti döneminde ülke içerisinde anarşi artmaya devam etmiş ve buna bağlı olarak da kamplaşmada iyice hızlanmaya başlamıştı. Kısaca Türkiye artık bir kısır döngünün içerisine girmişti. Aslında ülkedeki bu gelişmelerden orduda rahatsızdı. Teröre karşı devletin yeni bir mekanizma kurmasını istiyorlardı. Bu mekanizmanın adı ise ''devlet güvenlik mahkemesi'' idi. Ancak askerin bu projesine hiç beklenmedik bir engel çıkacaktı. Bu engel ise Devrimci İşçi Sendikası (DİSK) gerçekleştirecekti. 12 Mart 1971 muhtırası her ne kadar önünü kapamaya çalıştıysa da ‘’DİSK’’ işçilerin örgütlenmesi ve hak mücadeleleri konusunda çok önemli adımlar atıyordu. Özellikle otomotiv sektörünün de gelişmesiyle artan işçi kitleleri disk çatısı altında örgütleniyordu. Dolayısıyla DİSK toplu sözleşmelerin inatçı ve katı bir pazarlıkçısı konumuna da gelmişti. Sendikanın kayıtlı 500.000 üyesi bulunuyordu. Disk bir beyanatıyla işçiyi sokağa dökebiliyordu. Disk’in beyanatı ile işçilerin sokağa inme durumunu ise herkes 1 Mayıs 1976 günü görmüştü. Bu tarihte Türkiye tarihinde bir defa daha 1 Mayısı ‘’bahar bayramı’’ olarak değil, ‘’işçi bayramı’’ olarak kutlamıştı. Bunun öncüsü olan DİSK o gün yaklaşık 100.000 kişiyi taksim meydanında ki kutlamaları toplamayı başarmıştı. Bu kutlamalarda Türkiye tarihinde o güne kadar işçi yoğunluğu olarak en fazla kişinin katıldığı 1 Mayıs kutlamasıydı. Çoğu sol kesime göre bu 1 Mayıs kutlaması Türkiye’deki sol mücadelesinin taçlanması olarak düşünüyordu. İşte DİSK’in bu gücüne muhafazakar olan TÜRKİŞ’in 26 sendikası katılınca Milliyetçi Cephe hükümetine karşı son derece güçlü bir muhalefet oluştu. Bu muhaliflere CHP bayraktar olmuş, işçi meydanlara çıkmıştı. CHP ile DİSK devlet güvenlik mahkemelerine ''özgürlükleri kısıtlayacağı ve demokrasiyi ortadan kaldıracağı'' gerekçesiyle karşı çıkıyordu. DİSK ardı ardına gösteriler düzenledi ve tüm işçileri devlet güvenlik mahkemelerine karşı ayaklandırdı. Ülke bir anda grevler, iş bırakmalar ve direnişlerle sarsılmaya başladı. DİSK sokaklarda, CHP ise mecliste öylesine sert bir muhalefet gerçekleştirdi ki Milliyetçi Cephe köşeye sıkıştı ve bahsi geçen yasayı geri çekmek zorunda kaldı. Bu olaylar ve yasanın mecliste geri çekilmesi, askerler arasında ülkeye yapılmış en büyük ihanet olarak algılandı. Devlet güvenlik mahkemelerinin hayata geçirilmemesi askerlerin gözünde ülkenin adeta teröre teslim edildiğinin ilanından başka bir şey değildi.





1977 yılına girilirken ülkede tam bir buhran yaşanmaktaydı. Çünkü ekonomi artık felce uğramıştı. Merkez bankasının çekleri yurtdışında karşılıksız çıkıyor ve çoğu finans kurumu tarafından kabul edilmiyordu. Ayrıca döviz kıtlığı dayanılmaz safhalara gelmişti. Bu dönemde Bulgaristan parasını alamadığı için Türkiye’nin ithal ettiği elektriği kesmiş ve ülke içinde kısıntılar günde 11 saate kadar çıkmıştı. Irak ise aynı şekilde ödeme alamadığından petrol vermiyordu. Bu yüzden benzin istasyonlarında ki kuyruklar giderek uzuyor ve tüpgaz bulunamıyordu. Bu sıkıntılarla birlikte %200'lere varan zam furyası halkın belini iyice büküyordu. Aynı zamanda köyden şehirlere olan göç çığ gibi büyümeye devam ediyor ve her yeni gelen beraberin daha yeni sorunlarla kentleri dolduruyordu. Bu göç dalgasıyla şehirlerde önceki dönemde az görülen gecekondu mahalleleri giderek çoğalmaya başlamıştı. Bu ortamda arabesk salgını yolunu şaşırmış ve ne yapacağını bilemeyen insanların feryadını simgeliyordu. Açıkçası Türkiye müthiş bir darboğaz ile birlikte değişiminde sancılarını yaşıyordu. Sadece şarkıların değil kentleri dolduran aç ve işsiz insanlarında umudu sol parti ve örgütlerdi. Solun parti olarak tek umudu ise Cumhuriyet Halk Partisiydi. CHP’nin arkasındaki en büyük güç ise DİSK idi. Sol CHP’nin şemsiyesi altında toplanmıştı. Solun amacı ise yine aynıydı; Milliyetçi Cephe hükümetini devirmek ve karaoğlan’ı (Bülent Ecevit) tekrar tek başına iktidara getirmek. Zaten o sıralarda Milliyetçi Cephe içerisinde çatlaklar kendini göstermeye başlamıştı. MSP, ülkücü terörden duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor. MHP ise MSP'yi yeşil komünist olmakla suçluyordu. Bu ve buna benzer tartışmalardan dolayı sağdaki ayrışma hızlanmaya başlamıştı. İktidar ortakları bunca baskı altında daha fazla devam edemeyeceklerini görmüşler ve erken seçim kararı almışlardı.


Ancak bu dönemde sol örgütler arasında da bir ideolojik ayrışma ve hizipleşme yaşanıyor, bunun sonucu olarak da cinayetler yaşanıyordu. Aslında daha önce başlayan bu ayrışmalar hızlanarak ve çoğalarak devam ediyordu. Önceki dönemlerde bu örgütler yan yana kulvarlarda faaliyetlerine devam ederken 1970’in ortalarından itibaren sol örgütler kendi içerisinde bölünmeye başlamıştı. Örneğin Çin yanlıları Halkın Sesi, Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Birliği gibi örgütlenmelere, Sovyet yanlıları Türkiye İşçi Partisi (TİP), Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP), Türkiye Komünist Partisi (TKP) gibi örgütlere bölünmüştü. Bu örgütlerin içinden çıkıp vurucu timler şeklini almış örgütlerde bulunmaktaydı. Bu örgütlere en iyi örnek ise Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği (MLSPB) gösterilebilir. Siyasi gruplar tabi ki bu anılanlardan ibaret değildi. Kürtler de yukarıdaki grup ve sendikaların bir bölümünde yer almakla birlikte, KAWA gibi kendi bağımsız Kürt siyasi hareketlerini oluşturmuştu. 1977 yılına gelindiğinde sol artık bir şey üzerinde uzlaşabilir olmaktan çıkmıştı. Çünkü birbiriyle kanlı bıçaklı olan bir sürü grup vardı. Ayrıca aynı görüşte olan örgütler daha yakın rakip oldukları için belki daha da fazla kanlı bıçaklı durumdaydı. Sonuç olarak Sovyet yanlılarının artık oldukça net hegemonya kurduğu DİSK’in içerisine, özellikle Çin'i temsil eden hiçbir grubu almamak gibi bir hedefi de vardı.


Sol örgütler her ne kadar kendi içerisinde bölünmüş olsa da erken seçim öncesinde 1 Mayıs işçi bayramında dev bir gövde gösterisi yapmaya kararlıydı. Bu gövde gösterisinin bayraktarlığını yapan DİSK, ülkedeki sol gruplar ile görüşerek ''Gelin milliyetçi cephe’nin işini taksimde bitirelim.'' demişti. Ancak yukarıda da zikrettiğimiz gibi o dönemde sol partiler ve örgütler arasındaki ideolojik ve siyasi rekabet alabildiğine yükselmişti. Son yıllarda birbirleriyle her yöntemle mücadele içinde olan pek çok sol grup aynı alanda olaysız bir şekilde nasıl bir araya gelecekti? Mitingin düzenleyicisi DİSK içindeki etkin TKP kanadı, "Maocu" diye nitelenen grupları Taksim'e sokmamaya kararlıydı. Çünkü gazetelerde ‘’DİSK ve Maocu gruplar arasında çatışma bekleniyor!’’ gibi başlıklar atılmaya başlanmıştı. Aslında provokasyon daha mitingin afişleri asılırken başlamış ve 18 Nisan gecesi Kocamustafapaşa’da öldürülen Sadık Canaslan adlı öğrencinin sol içi çatışmada vurulduğu söylentileri yayılmıştı. Cinayetten ötürü suçlanan İGD yönetimi bir açıklamayla olayla ilgilerinin olmadığını duyurmuş; fakat bu kez 28 Nisan sabahı İzmir’de yapılan afişlemelerde İdris Türkoğlu adlı bir başka öğrenci öldürülürken aynı iddialar öne sürülmüştü.




İşte bu olaylardan ötürü DİSK'in o dönemdeki genel sekreteri ve 1 Mayıs 1977 mitingi tertip komitesi başkanı olan Mehmet Karaca bazı sol örgütlerin alana alınmaması kararını ve nedenlerini şöyle anlatmıştır:

"’’1 Mayıs'ı disk organize ediyor, DİSK'in talepleri bunlardır. Sizin de talepleriniz olabilir, bunları yine kendi belirlediğiniz çerçevelerde söyleyebilirsiniz ama eğer DİSK'in mitingini bozacak bir eyleminiz olursa biz buna da müsaade etmeyiz’’ dedik. Aslında miting sırasında buna büyük ölçüde uyuldu. Fakat bu Aydınlık, Halkın Sesi gibi yayın organlarının etrafında toplananlar, buna uymayacaklarını söylediler. Biz bu beyanlardan dolayı bu grupları miting alanına almak istemedik. Çünkü olay çıkmasın, bir provokasyona meydan vermeyelim diye işçileri iş kollarına göre ayırarak her sendikanın nerede toplanacağını belirledik."

Dönenim Halkın Kurtuluşu grubunun etkin isimlerinden Ahmet Sami Belek o günlerdeki tavırlarını şu şekilde anlatmıştır:

"Anti Sovyet yanlısı grupları almayacağız dediler. O zaman biz de, ‘’1 Mayıs kimsenin tekelinde, kimsenin ipoteğinde değildir. Taksim de kimsenin ipoteğinde değildir. O gün işçi sınıfının bayramı, biz de çıkarız oraya…’’ dedik. Bir yandan da görüşmeler yapılıyordu. Mesela Halkın Kurtuluşu'nun Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği (YDGD) yöneticileriyle DİSK'in o günkü sendika yöneticileri birkaç kez bu konuyla ilgili görüştüler. Onlar ‘’biz anti-Sovyet yanlısı sloganları attırmayız.’’ diyorlar. E şimdi, bu zaten gelmeyin demek. Yani benim o sloganı atmamam mümkün değildi."

Çelişki ve gerginlik yalnızca "Sovyetçi" - "Maocu" gruplar arasında değildi. Birbirlerine yakın iki siyasi grup olan DEV-YOL ve Kurtuluş arasında da o tarihlerde yoğun çatışmalar yaşanmış, yaşamlarını yitirenler olmuştu. Ancak bu iki grup kendi önlemlerini alarak herhangi bir karşılaşma ve çatışmanın önlemini almayı seçmişti. Alınan bu karara göre DEV-YOL Beşiktaş-Dolmabahçe üzerinden, Kurtuluş ise Saraçhane-Tarlabaşı üzerinden alana geleceklerdi.

Aynı tarihlerde sağ örgütlere yakınlığı bilinen gazeteler de bazı kışkırtıcı yayınlar yapmaya başlamıştı. Örneğin 20 Nisan gününün Ortadoğu Gazetesi

Sol 1 Mayıs’ta halkı galeyana getirmek istiyor…” şeklinde manşet atmıştı.

25 Nisan'da ise Halkın Kurtuluşu Örgütünün yayın organı;

''Meydanlarda toplanacağımız, kızıl bayraklara sarınacağımız. Bayramımız yaklaşıyor.'' şeklinde yayına yaparak sempatizanlarını taksim meydanına çağırıyordu.





30 Nisan tarihli Bayrak gazetesinde ise;

’DİSK ve Maocu gruplar arasında çatışma bekleniyor.’’ şeklinde manşet atılmıştı.

1 Mayıs gününün Tercüman gazetesinde ise

Arabalar tahrip edilecek, inşallah aldanırız ama kanlar akacak. Bu çeşitli solcu gruplar arasında slogan kavgasıdır…” şeklinde yazılar çıkmıştı.

1 Mayıs kutlamaları ile ilgili yukarıda zikredilen gelişmeler yaşanırken DİSK olası provokasyonları önlemek için 20.000 sopalı işçiyi düzeni sağlamak için görevlendirdi. Planlama yapılırken hangi grubun hangi güzergahı izleyerek meydana ulaşacağı ve alanın neresinde duracağı daha önceden kararlaştırıldı. Ancak asıl dikkatleri çekmeyen sabahın alacakaranlığında aynı meydanın farklı noktalarına, kimsenin tanımadığı bazı kişilerin yerleşmeye başlamasıydı. Bunların bir bölümü taksimin göbeğindeki İntercontinental Oteli’nin 213, 510 ve 713 numaralı odalarına yerleşmişti. Aynı gün olan olayları soruşturmak için görevlendirilen cumhuriyet savcısı Muhittin Cenkdağ'ın verdiği beyanatlarda;

''Olaydan bir gün önce İntercontinental resmi olarak kapatılıyor. Ancak uçakla bir sürü yabancı uyruklu insanlar Yeşilköy’e gelerek, olay gecesi otele yerleşiyorlar. Ancak bu kişiler otel kayıtlarında maalesef yok, ama bu kişilerin otelde bulundukları görgü tanıklarının ifadeleriyle sabit...'' demiştir.

Bu kişilerin yerleştiği odalardan alanın her tarafı görünebiliyordu. Diğer bir grup ise Sheraton Otel'in çatısına çıkmıştı. Bazıları ise Sular İdaresi’nin duvarında konuşlanmıştı. Alanda görevli hiç kimse bunun nedenini sorgulamamıştı. Bu kişilerin kimlikleri ise hiçbir zaman belirlenemedi. Meydandaki seyyar ekiplerde erkenden yerlerini almıştı. Artık kanlı oyunun sergileneceği sahne hazırdı ve oyuncularını bekliyordu.





Saat 13.00’dan itibaren gruplar dalga dalga Taksim’e doğru yürüyüşe geçmişlerdi. Gruplar içerisinde bayraklar açılmış, sloganlar atılıyor, şarkı ile türküler söyleniyor ve işçisinden öğrencisine kortejler halinde sol akın akın meydanı doldurmaya başlamıştı. Kimsenin beklemediği kadar fazla bir katılım vardı. Artık insan selinden dolayı kortejlerin ucu bucağı görünmez olmuş ve meydanda adım atacak yer kalmamıştı. Tabi ki bu kadar kalabalığın içerisinde bazı tartışmalarda olmuyor değildi. Örneğin alana sokulmak istenmeyen DEV-GENÇ'liler 50.000 kişilik bir grup halinde zorla güvenlik kordonunu yardılar ve meydana giriş yaptılar. İşte böyle bir ortamda birkaç saatlik gecikmeyle konuşmasına başlayan DİSK genel başkanı Kemal Türkler sözlerini bitirmek üzereyken Tarlabaşı civarında bulunan gruplar arasında itişmeler başladı. Bu itişmelerin arasında önce bir el silah sesi duyuldu. Ardından 2-3 el daha ateş edildi. İşte bu andan itibaren binlerce insan aniden panikledi. Kimse silahın nereden, kim tarafından ve kime karşı atıldığını anlayamamıştı. Belki de gruplar arasında bir çatışma gerçekleşiyordu? İşte kanlı 1 Mayıs o anda başlamıştı. Yüzbinlerce insan canını kurtaracak bir yer aramaya başladı ve bu insanlar ölümcül bir panik içerisindeydiler. Bu kargaşada yere düşen eziliyor ve bir daha kalkamıyordu. Meydanda bulunan bazı katılımcılarda siper alıp açılan ateşin geçmesini bekliyordu. Aslında ilk iki silah sesi adeta bir sinyaldi. Çünkü bu iki ateşten hemen sonra 4 ayrı yerden bir yaylım ateşi başlamıştı. İlk anda Sular İdaresi’nin üstünden gelen kurşunlar paniği daha da arttırdı. Bu yoğun ateş ile birlikte İntercontinental Oteli tarafından da silahlar ateşlenmeye başladı. Buradaki ateşlenen kurşunların hedefinde ise DİSK yöneticilerinin bulunduğu platform vardı. Ateş devam ederken sendika yöneticileri başkan Kemal Türkler'i aşağı indirerek olası bir kurşun isabetinden kurtarmıştı. Bu sırada meydandaki kalabalık ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Çünkü kimse olanlara bir anlam veremiyordu. Tam bu kargaşa içerisinde meydana nereden çıktığı tam anlaşılamayan beyaz renkli bir otomobil girdi ve insanların arasına daldı. Bunlar yetmezmiş gibi sahneye birde panzerler çıkmıştı ve bu panzerler kalabalığın paniğini arttıracak şekilde su sıkmaya başlamışlardı. Bir diğer yandan bu panzerler hem sis bombası hem de ses bombalarını atıyorlardı. Taksim artık tanınmayacak bir duruma gelmişti. Taksimin hemen hemen her yanından gelen ateş oradaki topluluğu Kazancı Yokuşuna yönlendiriyor gibi duruyordu. Aslında başka kaçacak yerde yoktu. Dolayısıyla topluluk can havliyle kurtuluşu bulacakları kazancı yokuşuna doğru birbirlerini ezerek akmaya başladı. Bu kalabalık aynı anda yine beklenmeyen bir durumla karşılaştı. Kazancı Yokuşu zaten dar bir sokaktı; birde yokuşun ortalarına doğru yolu kapatacak şekilde bir kamyonet konulmuştu. Kalabalığın burada yapabileceği hiçbir şey yoktu. Çünkü can havliyle kaçan insanlar arkadan halen gelmekteydi ve önde olanlar sıkışmaya başlamıştı. Bu yüzden kanlı 1 Mayıs’ta çoğu ölüm kazancı yokuşunda sıkışan insanlardan dolayı gerçekleşmişti. Bu korkunç olay aslında 15-20 dakikayı aşmamıştı. Seslerin kesilerek herkes dağıldıktan sonra koskoca taksim alanı bir savaş alanı gibiydi. Bayraklar, slogan dolu pankartlar ve insanların bırakıp kaçtığı eşyalar etrafa dağılmış, herkes yaralılara yardım etmeye çalışıyordu ve alan ölüm sessizliğine bürünmüştü. Gerçekleşen olaydan sonra geriye 34 ölü ve 126 yaralı kalmıştı. Olay sonrası ölenlerin cesetleri bir araya toplandı, kimlikleri belirlendi ve sessizce morglara gönderildi. Bahsi geçen 34 ölünün 28’i kazancı yokuşunda ezilme veya havasızlıktan, 1 kişi panzer altında kaldığı için ve 5 kişi kurşun yarası ile ölmüştü. Böylelikle kanlı 1 mayıs sona erdi ve gerçekleşen kanlı tiyatro son buldu.


Ertesi gün basın, beklendiği gibi sol içi çatışmayı öne çıkartıyor ve Günaydın Gazetesi;

Maocu vatan hainleri işçi bayramını kana buladı” başlığı ile olayı manşetten veriyordu.

Sol örgütlere yakınlığı ile bilinen Politika Gazetesi ise

O bin kişilik disiplinli kalabalığa kışkırtıcı ajanlar ateş açtı. 1 Mayıs alanı saldırıya uğradı...” Şeklinde yayın yapacaktı.

Sol görüşlü Halkın Birliği Gazetesi ise manşetten;

''Taksim katliamının sorumluları faşist Milliyetçi Cephe ve revizyonistlerdir.'' başlığı ile diğer solcu grupları suçluyordu.

Türkiye'nin en kara günlerinden birisi olan böyle kanlı bir olayı diğer gazetelerde manşetten haber veriyordu.


















Ülke ise 1 Mayıs’ta yaşanan olaylardan dolayı dehşete düşmüştü. Ülkeyi aylardır terör kasıp kavuruyordu; ama kimse böyle bir katliamı beklemiyordu. Olay sonrası İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı derhal soruşturma başlattı. Olaylarda parmağı olduğu düşünülen 453 kişi gözaltına alındı.





Olayın soruşturmasını yapan savcılar ilk duruşmada soruşturmanın genişletilmesini, esas faillerin bulunmasını ve bazı kamu görevlilerinin açıkça suçlu olduklarını iddia etmeleri üzerine, savcılar görevden alınarak yerlerine yeni savcılar görevlendirildi. Buradan anlaşıldığı üzere davanın bu şekilde yürütülmesini İstanbul Başsavcılığı istemiyordu. Kısa bir süre sonra ise bu tutuklananların çoğunun olaylarla ilgisinin olmadığı anlaşıldı ve serbest bırakıldılar. Geri kalanların mahkemesi ise 12 yıl sürdü ve yüzlerce dosya hazırlandı. Yeni davalar açıldı. Araya yine yıllar girdi ve davalar zaman aşımına uğradı. Sonunda hiçbir sanık ceza almadan dosya kapandı. Ancak 1 Mayıs olaylarının vicdanlarda açtığı yara hiçbir zaman kapanmadı ve hiçbir zamanda kapanmayacaktı. Kanlı 1 Mayıs olayları ile ilgili soru işaretleri ise günümüze kadar yanıtsız kalmaya devam etti. Kimilerine göre ise olayın yanıtları çok açık şekilde ortadaydı. Bu görüşe göre;


''Bir toplumsal olayın içerisine bir takım provokatörlerin girmesi ve bunların olayı provoke etmeleriyle birlikte bu olayı sabote etmeleri sonucu bu olay karşısında da polisin aciz kalması... Maalesef yaşanan bu 1 Mayıs olayı Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük provokasyonlarından birisidir.'' olarak nitelendiriyorlardı.

Olaylar sırasında kolluk kuvveti görevini üstlenen polis teşkilatının resmi açıklaması ise ''halkın paniğe kapıldığı'' şeklindeydi. Oysa dönemin polis müdürlerinden Recep Ordulu'ya göre paniğe kapılan sadece halk değildi. Kolluk kuvvetlerinin de paniklediğini şu sözlerle açıkça dile getirmiştir;

''Kolluk kuvvetleri arasında kimin ne yaptığı belli değildi. Panzerleri kontrol eden müdür tarafından panzerlerin meydana girmesi için emir verildi. Panzerlerin ise tek yaptığı şey paniği arttırıp ölü sayısını arttırmaktan başka bir şey değildi.''

Olayı yakından yaşamış biri olan Şükran Ketenci ise,

Bence olayı başlatmada araç olma anlamında, yürüyüşe alınmayan gruplar suçlansa bile, olayın boyutlarını büyüten, yönlendiren çok daha değişik güçlerdi.” diye açıklama yapmıştı.

Kısaca Şükran Ketenci’ye göre 1 Mayıs olaylarının arkasında Amerika vardı. Amerikan yönetimi Türkiye’yi karıştırarak bir askeri darbeye doğru ülkeyi sürüklemek istiyordu. Ancak bu iddiaların gerçekliği de hiçbir zaman kanıtlanamadı.

Bu olay en çok CHP’yi sarstı ve seçimlere kısa bir süre kala karşılaşılan bu olayın anlamını çözmek için özel komisyonlar oluşturuldu. Ancak oluşturulan bu komisyonlarda herhangi bir sonuç alınamadı. Ancak CHP lideri Bülent Ecevit yapılan açıklamalar ve komisyonların yaptığı çalışmaların sonuçsuz kalmasından tatmin olmamıştı. Bu işin peşini de bırakmaya niyetli değildi. Bunun için cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün makamına çıktı. Ecevit'e göre kanlı 1 Mayıs olaylarının arkasında Kontrgerilla yani Özel Harp Dairesi olabilirdi. Ecevit cumhurbaşkanına bu şüphelerini hem anlattı hem de yazılı bir metin verdi. Bu görüşmeden sonra Ecevit, İzmir mitinginde de bu konuyu ilk defa halka açıkladı. Başbakan Süleyman Demirel ise CHP liderinin bu yaklaşımını hayal mahsulü görüyor ve şiddetle reddediyordu. Demirel'e göre yapılan tüm tahkikatlara rağmen devlet veya ordunun içerisinde böyle bir örgütün olmadığı aşikardı. Demirel, ordunun bir Özel Harp Dairesi olduğunu kabul ediyordu. Ancak bu birimin kesinlikle kontrgerilla gibi bir yapılanma barındıramayacağını iddia ediyordu. Kısaca Demirel, kontrgerilla isimli yapılanmanın hayalden ibaret olduğunu söylüyordu. Ancak Ecevit'in kendine göre haklı nedenleri yok değildi. 1977 yılının Nisan ve Mayıs ayları boyunca Ecevit yaşamının en zor ve tehlikeli günlerini geçirmişti. Çünkü miting için gittiği şehirlerde tam 3 kez ölümle burun buruna gelmişti. Ecevit'e karşı ilk saldırı Niksar'da gerçekleştirilmişti. Ecevit miting için gittiği Niksar'a gece yarısı varmıştı. Ancak yolda konvoyda bulunan araçlara ateş açılmış ve araçların camları kırılmıştı. Gece otele vardıklarında sabaha kadar herkes istim üstünde uyumuş ve ertesi gün meydanda yapacağı konuşmaya gittiğinde tehdit havasının büyük olmasından ötürü meydan neredeyse boştu. Ecevit ise konuşmasını resmen boş meydana yapmıştı.






Ecevit'e karşı gerçekleştirilen ikinci saldırı ise Şirhan'da gerçekleşmişti. Bu kez meydan kalabalıktı, ama kalabalığın arasında kahverengi çarşaflı bir sürü kadın bulunmaktaydı. Bu kadınlar Ecevit konuşmaya başladıktan hemen sonra Ecevit'e taş atmaya başladı. Ecevit ise konuşmasını tamamlayamadan otobüsle şehri terk etti. Bu olayın hemen ertesi günü Erzincan'a gitti. Son saldırı ise 21 Mayıs günü İzmir Çiğli Havaalanında yaşandı ve tam anlamıyla Bülent Ecevit'e karşı düzenlenmiş bir silahlı saldırıydı. Özel bir silahla atılabilen bir kurşun Mehmet İsvan'ın araya girmesiyle Bülent Ecevit'e isabet etmesi engellenmişti.








Bu olaydan 1 hafta dahi geçmeden yeni bir suikast girişimi bu defa başbakan Süleyman Demirel'in ihbar mektubu ile ortaya çıktı. Demirel, Ecevit'in taksim meydanında düzenleyeceği miting sırasında Sheraton Otelinden uzun namlulu silahla saldırıya uğrayacağını bildirmişti.





CHP lideri Bülent Ecevit ise radyoya çıkarak bir çağrıda bulundu. Bu çağrıda;
''Hiç bir İstanbulludan düzenlenecek miting için Taksim’e gelmelerini bekleme hakkını kendimde görmüyorum. Ama ben ve eşim Taksim’de otobüsün üzerinde olacağız.'' dedi.

Miting günü polis bu kez olağanüstü bir güvenlik önlemi almıştı. Her çatıda ve balkonda bir görevli bulunuyordu. Polis ise miting alanına giren her bir kişiyi üst aramasından geçiriyordu. Ecevit İstanbullulara ''gelmeyin'' demişti; ama İstanbullular taksimi yüzbinlerce kişiyle doldurmuştu. CHP’nin seçim öncesindeki en kalabalık mitingi taksim meydanında gerçekleştiriliyordu.

Sonuç olarak 1 Mayıs'ı kim planlamış olursa olsun bir bakıma amacına varmıştı. Zira sol bu olayla birlikte daha da fazla bölünmeye başladı. Bunun sonucu olarak da kendi aralarında ki çatışmalarda artmaya başladı. Asıl önemlisi ardı ardına gelen suikast girişimleri ve terör halkı korkuttu. Dolayısıyla sol örgütler dalga dalga geri çekilmeye başladı. Malatya, Çorum ile Kahramanmaraş’da yaşanan olaylar, suikastlar ve bunlarla beraber terör olaylarının artmasının ardından Türkiye 12 Eylül 1980 askeri darbesine son hızla gitmeye başladı. Kısaca 1 Mayıs 1977 tarihinde yaşanan olaylar Türk siyasi tarihi ve yakın geçmişimizin kırılma noktasını oluşturdu. Bu olaydan sonra anarşi ve ekonomik buhranın artması ordunun 12 Eylül 1980 tarihinde yönetime el koymasına zemin hazırladı.




































































 
@Zero-X eline saglik derleme guzel bir yazi olmus yine. Belki konuyla cok alakali degil ama bu sendiklar bana gore 1 yarari varsa 99 zarari var. Hangi yonu desteklediginin onemi yok ama genel toplamda ulkeye zarardan baska bir ise yaramiyorlar. (Maas ve ozluk haklarini savunmak amaclari, olsada bence alakasiz her seye atliyorlar)

Edit: Gece gecede uzun bir yazi diyecektim de kisaymis :)
 
Elinize sağlık. Güzel bir yazı olmuş. Yazıda dikkatimi çeken noktalar;
*Sayın Ecevit'in uğradığı silahlı saldırılar ve Demirel tarafından iletilen suikast haberinin ardından İstanbul mitingi için yaptığı açıklama takdire şayan.
*Yazıda bu katliamın solun bölünmesini hızlandırdığından bahsetmişsiniz. Göründüğü kadarıyla beraber işçi/emekçi bayramı bile kutlayamayacak kadar bölünmüşler. Vahim olaydan önce gruplar arasında silahlı çatışmalar bile başlamış. Güzel ülkemin farklı fraksiyonlara tahammülü bile olmayan aydın solcuları...
*Bu vahim olay ve ardından gelen Maraş, Çorum gibi olayların askeri darbeyi tetiklemesi. Sormak istediğim; bu olaylar Abd gibi devletlerin eliyle yapıldıysa ve bu olayların sonucunda gelen 80 Muhtırası Abd'nin ne işine yaramıştır? O günün koşullarına bakınca ülkede solu bitirmek gibi gereksiz mesai gerektiren bir amaç çok saçma duruyor. Sol zaten kendi içinde kendini bitirme yarışına girmiş. Kaldı ki 80 Muhtırası ülkeyi girdiği karanlıktan bir nebze de olsa çıkarmıştır.
Yazı için teşekkürler.
 
Ne kadar travmatik ve üzücü bir yazı.
Nelerden geçmiş güzel ülkem.
Sağıyla soluyla ne çok nefret, ayrışma yaşamış. Aynı şey için miting yapmak bile imkansız olacak kadar körleşmiş, başlangıcını kaybetmiş.
Ülkelerden veresiye dilenecek duruma düşmüşüz.
Ne çok sahipsiz kalıp, oyuncak olmuşuz. Masum gençlerimizi gözümüzün içine baka baka katletmişler de bir şey diyememişiz.

1977 katliamı hep içimi acıtan bir olay olmuştu ama ardında bu kadar korkunç olaylar olduğundan haberim yoktu.

Yazı için teşekkürler.
 
Edit: Gece gecede uzun bir yazi diyecektim de kisaymis :)
Günün anlam ve önemine istinaden bir yazı olduğu için kısa oldu.

@Zero-X eline saglik derleme guzel bir yazi olmus yine. Belki konuyla cok alakali degil ama bu sendiklar bana gore 1 yarari varsa 99 zarari var. Hangi yonu desteklediginin onemi yok ama genel toplamda ulkeye zarardan baska bir ise yaramiyorlar. (Maas ve ozluk haklarini savunmak amaclari, olsada bence alakasiz her seye atliyorlar)

Edit: Gece gecede uzun bir yazi diyecektim de kisaymis :)
Ülkemizde sendikal hareketlerin olması sizin ifadenizle her ne kadar zararlı gibi gözükse de işçi sınıfının özlük hakları için mühim olan bir organizasyon. Ancak 70'li senelerde olduğu gibi günümüzde grev veya lokavtın neredeyse kaldırılacak düzeye çekilmesi krizlerin önüne geçmiş ve o yönde işçilerin hareket sahasını kısıtlamıştır. Bunun sonucu olarak sendikalar her işe burnunu sokmaya başladılar
 

Bu Konuya Bakmış Kullanıcılar (Üye: 0, Ziyaretçi: 1)

Korsanfan.com Her Hakkı Saklıdır. 2008-2023.
Tasarım Korsanfan V.6.0
Yukarı Çık